André Green, burada bir yandan yüceltme ile ölüm dürtüsünü, öte yandan bellek ve yineleme arasındaki ilişkileri masaya yatırıyor.
Edebiyat, zihinsel uğraşlarının hakiki nesnesi olan ruhiçi gerçekliklerinden bir şeyler iletmeyi denemek için bir araçtır.
Proust, Conrad ve James yazarların her biri için , “bilinç” bir keşif ve bir meydan okuma değeri taşır.
Proust öncelikli bir yazardır ama yazısı ne istiyor? Ruhsal yaşamının derinliklerinden bir şeyleri geri getirmek istiyor. Bu cümle ise şu soruyu doğuruyor: ruhsal yaşam ile yazı arasında ayrım yapılabilir mi?
Bilimin nesnesi fiziksel gerçeklikse, sanatın nesnesi de ruhsal gerçekliktir. Mesela ressamları ele alalım, ressam resim tarafından ele geçirilmiştir, aradı şey ise ruhun oluşturduğu renk ve desendir.
Psikanalist kendini her şeyi bilen ermişten çok, yazarın seslendiği anonim okur tarafına yerleştirir. Ruhsal yaşamının hakkında ne biliyoruz? Sevgili Green’e göre, “ruhsallık edebiyatı içine alır, tersi değil.” Her yazar, aşkın bir işlevin taşıyıcısı olduğu ve bunun yazısından kaynaklandığı fikrine sahiptir. Bir yetenek midir söz konusu olan yoksa başka bir şey mi?
Yazmak, bizi çok uzaklara sürükleyebilecek özel bir ruhsal işleyiştir.
” Aşırı istilacı duyguları yazıya dönüştürmeden önce uzun bir kuluçka dönemi zorunludur. Hiçbir şey kaybolmaz” der Henry. Bu bekleyiş, anıları sanatsal malzemeye başka bir deyişle yazıya dönüştürecek olan uzun bir mayalanma bekleyişidir.
Bonnard’ın dediği gibi mesele hayatı resmetmek değil, resme hayat vermektir.
Green göre edebiyatın gösterdiği şey şudur: Yazı, yazıyı her tarafından aşan bir ruhsal gerçekliğin sancılar içinde doğurduğu çocuktur ve mesele – yazının gerek söyledikleri gerekse de söylemedikleri arasından- o ” yazılamaz” olan şeyin ne olabileceğine ilişkin belirsiz bir kavrayış edinmektir.
Yazar, sözcüklerin ifade edemeyeceği bir ruhsal gerçekliği düşler…
“Yazarları ölüm çalışmaya dalmışken yakalamış değil; yapıtları yaşamın şarkısını söylüyor bile olsa, önemli bir ölümcül boyut taşıyor” der Green
En derin tekilliğimizin parçası olmakla birlikte, bizi insanlığa ait genel bilgi yapıya bağlayan şey olan bu ruhsal içeriği canlandırabilmemizi sağlayabilecek tek şey zihindir. Bununla birlikte her şeyi yok etmesi mümkün olan da yine zihindir.
Bir anlamda belleği zenginleştiren şeyin zamanın geçişi olduğu söylenebilir. Ama artık zamandan söz etmemek gerekiyor. Proust tam da bütün bunların ancak zamanın dışında var olabileceğini söylüyor. Julia Kristeva’nin gördüğü gibi. ,” zamanın geçişi derken zamanın kendisinden söz etmiyorum zamanın geçtiğinde olup bitenden söz ediyorum.”
Conrad için yazı, “deniz üzerindeki yaşamın yeniden inşasıdır, denizin hareketidir. Deniz, yazıdır.”
Conrad histerik yapıya sahip birisidir. Karısı yineleyen bir senaryosunu özellikle şöyle anlatıyor: Conrad davetlilerinin gelişini gözlemek için pencereye çıkar ve geldiklerini görür görmez koşarak yatağa girerdi. Başta karısıyla aşkı olmak üzere Conrad’ın aşkları hiçbir zaman mutlu aşklar olmamıştır.
Yunan trajedilerinde aşk daha karmaşık çünkü insanlar aşka katıldıkları zaman aşka kapılıp yollarını kaybettikleri zaman altından tanrılar çıkıyor. Phaedra’ya, Medes ya bakın …
Hristiyan olmayan bir bakış açısı benimsemeye çalıştığınız zaman, arzuyu tamamen cinsellik tarafına aşkı da cinsellikten farklı olduğu varsayılan duyguların tarafına koyamayız. Ares’in ve Afrodit’in aşkları…
Hikâyeler aracılığıyla, Yunanlılar kendi aralarında şöyle diyor: ” bu işin bir anlamı var“, ama bunun anlamı olduğunu söylemek, buna bir gerçekliğe inanıldığı gibi inanmak gerektiği anlamına gelmiyor. Yunan tanrılarının ölümsüz olmaları dışında her açıdan insanlar gibi olmaları arasında bir bağ kurmak gerekiyor.
Euripides’in Herakles’in Deliliği piyesinde, Herakles’in neden deli olduğu anlaşılmaz, ama sonra bir an gelir düşmanlarını öldüren Herakles kutsal bir ırmak olan İsmenos’un sularını kızıla boyayacağını söyler ve bu vahim bir hatadır. Ne isterseniz yapın ama kutsal olana işinize bulaştırmayın.
Apollon’un Kassandra’ya verdiği ceza hakikati söylediğin halde kimsenin ona inanmaması cezasını vermiş. Kassandra hakikatin Bir kadının ağzından çıkmasının bedelini değil Apollon’un cezasının bedelini ödüyor. Apollon’un vaatte bulunmuş ama çoğu histeriğin yaptığı gibi son anda geri çekilmiştir.
Yunanların ve trajedinin bize öğrettiği şudur: bir şeylerin olmasını istediğimiz gibi olmadığını dilediğimiz yönde gitmediğini ve soru hala ortada kalır “tıkanmaya neden olan nedir”
Nedir?
Üç dünya vardır: gerçekliğin dünyası fantazmatik dünya ve sanat tarafından yaratılan dünya ve biz son ikisine birinciye o olduğundan çok daha fazla inanırız. Freud’dan beri biliyoruz ki fantazmatik dünya maddi gerçekliğin karşısına çıkarılan şu ünlü ruhsal gerçekliktir. Sanat dünyasına gelince aslında kabul etmek gerekir ki diğer ikisinden hiçbirine indirgenemeyecek üçüncü bir dünyadır o.
Son söz: yazmak bir nevi ölüm gibidir çünkü ruh kendini aşmak zorundadır.