Dikkat: Yazı spoiler içerir.
Tüm zamanların en ünlü aşk hikayesi Romeo ve Juliet, tüm zamanların en meşhur yazarı William Shakespeare tarafından yaklaşık 400 yıl önce kaleme alındı. Bu yazıda, eserin önemli bir kaç öğesini mercek altına aldık.
Romeo, son derece ince ruhlu bir çocuktur. Arkadaşlarının ifadelerine göre melankolik, içine kapanık, düşünceli tavırlar sergiler. Oyun açıldığında başka bir kadını düşünmektedir, arkadaşları onu bunun gelip geçeceğine ikna etmeye çalışır. Hatta arkadaşları Rosaline’in fiziksel özelliklerinden bahsettiklerinde Romeo’nun ve arkadaşlarının dünyalarının ne kadar ayrı olduğunu görürüz iyice anlarız.
“Ey ruh, Rosaline’in parlak gözleri için gel,
O yuvarlak alnı ve kızıl dudakları, Biçimli ayakları, düzgün bacakları, oynak kalçaları
Ve kalçalarına bitişik yerleri için gel;”
Romeo, Rosaline’de başka bir şey görür, ona heveslerini uyandıran güzel bir kadın olmaktansa bir insanda olabilecek iyi özellikleri atfeder. Arkadaşlarının aksine Romeo, insanları tek değil çok boyutlu görür. Romeo’nun ilk aşkı hakkında çok bilgimiz olmasa da Romeo’nun karakterini ortaya koyması acısından önemli bir ipucu olarak yerini alıyor.
“Coup de foudre”*
Beklenen olur: Romeo ve Juliet, Juliet’in ailesinin verdiği partide karşılaşır. Burada dikkatten kaçmaması gereken en önemli nokta Juliet’in babasının makul bir adam olduğunu, bu düşmanlıktan bıktığını öğrenmemiz olabilir. Tybalt, Romeo’nun partide olduğunu söylediğinde Juliet’in babası Capulet bu yüzden olay çıkartmanın gereksizliğine işaret eder, hoşgörü gösterir. Tybalt ise Romeo’nun partide oluşunun “aşağılayıcı” olduğunda ısrar eder. Capulet’in kararında diretmesiyle konu kapanır.
Romeo, Juliet’i gördüğünde çarpılır. Zaten eski aşkı ona karşılık vermemektedir: aşkını besleyecek bir şey olmadıkça Romeo’nun aşkı da yavaş yavaş ölmeye mahkûm olur. Romeo, tabiatı gereği romantik biridir, zihnindeki hayallerin, dolayısıyla tutkuların beslenmesine ihtiyaç duyar. Rosaline ona ümit vermez, muhtemelen görüşmezler. Aşkı bir nevi romantik ihtiyaç olarak yaşayan Romeo için bu, her ne kadar kendi farkında olmasa da uzun süre devam ettirilebilecek bir durum değildir. Juliet’i gördüğünde umutsuzca tutunduğu duyguları başka bir arzu nesnesiyle yeniden uyanır.
Meşhur balkon sahnesinde, partiden sonra Juliet kendi kendine konuşurken Romeo onu görmeye gelir. Juliet, konuşmanın bir kısmını yalnız olduğunu düşünerek yapar.
“Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montague olmasan da.
Hem Montague nedir ki?
Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı ne kolu ne yüzü ne de başka bir parçası.
N’olur başka bir ad bul kendine.
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.”
Soyadın, dolayısıyla statünün, ailenin ve benzer faktörlerin ikincil önemde olduğunu, asıl olanın kişinin kendisi olduğunu söylerken aslında Shakespeare, daha önce ve sonra işlediği önemli bir konuyu gündeme getiriyor. Nasıl değerli biri soyadıyla değersiz olmuyorsa, değersiz biri de soyadıyla değerli olmaz. Bunu, Hamlet, Macbeth ve Kral Lear gibi oyunlarda da görürüz. Hamlet’in annesi kraliçe olmasına rağmen asaletten ve ahlaktan uzak biridir, Macbeth ne elde ederse etsin hırslarını kontrol edemez. Bu bakımdan Juliet’in bu konuşması Shakespeare’in diğer oyunlarda önümüze koyduğu öğelerle örtüşüyor.
Juliet ve Romeo birbirlerine aşklarını itiraf ederler, evlenmek üzere sözleşirler. Fırtına adlı oyunda olduğu gibi, evlenme teklifini yapan kadın olur, sonra da söylediğinden utanır, sosyal kodlara göre hareket etmediği için değer görmeyeceğini endişe duyar. Oysa biz Romeo’yu tanıdığımız için bunun böyle olmayacağını biliriz.
Romeo, Juliet’le evlenmek için Rahip Lawrence a gider ve onun yardımını ister. Rahip Lawrence, son derece tecrübelidir, birçok çift evlendirdiği ve iyi gözlem yaptığı bellidir. Ne kadar iyi niyetle olursa olsun Romeo’nun bu kararının felaketle sonuçlanacağını söyler.
“Şiddetle başlayan haz1ar, şiddetle son bulurlar,
Ölümleri olur zaferleri,
Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi.
En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir,
Aynı tat isteği, iştahı köreltir.
Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,
Hedefe hızlı giden, yavaş kadar geç varır.”
Salt anlık hislere dayalı, birbirini tanımadan, aşklarının büyümesine izin vermeden hemen bir araya gelen bu ikilinin aşkı uzun ömürlü olur mu? Birçok yeni tanışmış çift gibi birbirlerinde gördükleri değil de atfettikleri özellikler onları birbirine çeker. Rahip, bu hayalin farkındadır; tabi anlık hislerin şiddetinin gerçeklinin de. Rahip burada, sağduyunun ve geçmiş hatalardan ders almış bir önceki kuşağın temsilcisi olarak fikrini beyan eder. Yine de aşklarına saygı duyar ve onları evlendirmeye razı olur.
“Aşkın gözü kör”
Shakespeare ‘in önce İngilizceye, sonra dünyaya armağan ettiği bu söz, aslında şiddetli duyguların gözünün kör olduğu şeklinde de okunabilir. Evet, Romeo ve Juliet körleşir, ama hikayedeki başka birçok karakterin de nefretlerinden kör olduğunu görürüz. Tybalt, Paris gibi karakterlerin nefretinin hiçbir rasyonel sebebi olmamasına rağmen ikisi de canını tehlikeye atacak kadar bu davaya(!) inanır. Güçlü duygular onların da karar mekanizmalarını etkiler.
Hikâyenin sonunda iki aile de günlük hırslara, amasız bir nefrete, “el âlem ne der” e çocuklarını feda ettiklerini anlarlar, ama her şey için çok geç olmuştur. Shakespeare, nefretin güzel ve masum şeyleri öldürdüğünü gözlerimizin önüne serer. Karşı tarafa bedel ödetmeye konsantre olmuş bir aile hayatin getirdiği güzellikleri ne kadar fark edebilir? Peki ya bir birey? Bu hikâyede sadece ve sadece “saf” hatta çağdaşlarımız tarafından “akılsız” olarak nitelendirilen Romeo ve Juliet en değer verdikleri şey için bile isteye kendilerini feda eder. Geri kalan hemen hemen tüm karakterler bir noktada hatalarından dönüp sağduyuya kulak vermedikleri için kendi canlarını, ya da çocuklarını kaybederler. Shakespeare, duyguları değerlendirmede farklı bir bakış açısı önerir: Ahmakça dediğimiz duygular, sonu olsa bile yaşamaya değer.
*Fransızca: ilk görüşte aşk, çarpılma hali.