“Hayat Ciddiye Alınamayacak Kadar Önemlidir” isimli kitabında Oscar Wilde şöyle der;
“Vicdan azabının da bir lüksü var. Sanki kendimizi suçladığımızda, başkaları bizi suçlayamazmış gibi düşünürüz.”
Vicdan azabı başkasına zarar verdiğine inanan insanın pişmanlık duygusudur. Kendini affedemeyen bireyin sürekli içe kanayan yarası olan vicdan azabı, suçluluk duygusuyla insanın kendi kendine yönelttiği bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı bir tür ruhsal esarettir. Her kendinle baş başa kaldığın an gelip yoklar, yalnızlığı sana dar eder.
Suç ve Ceza’da “Vicdan Azabı” Üzerine
Dostoyevski’nin 1866’da yayımlanan “Suç ve Ceza” romanında kişinin ruhundaki suçla devreye giren ceza mekanizmasıdır vicdan. Hiç kimse bilmese bile kişi kendine olan saygısını yavaş yavaş yitirmeye başlar. Her şeyden ve herkesin vereceğinden çok daha ağır bir ceza insanın içini kemirir.
Diriliş’de “Vicdan Azabı” Üzerine
Tolstoy’un 1899’da yayımlanan “Diriliş” isimli romanın konusu insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimdir. Yaşlı Tolstoy, yıllar sonra gençlik yıllarındaki hatalarına göz atar. Hatalar karşısında çekilen vicdan azabı, ruhsal arınma arayışı ve İncil’de bulunan nihai kurtuluş anlatılır. “Diriliş” romanında tutunamayan olarak nitelendirilecek pek çok karakter vardır. Tutunamayanlar, vicdan azabıyla ruhlarındaki acıyı dindirebilmek için bedenlerini mahkum ederler.
Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Acılara Tutunmak” şiiriyle belki de Tolstoy’a selam göndermiştir;
“Acı çekmek özgürlükse,
özgürüz ikimizde.”
“Piç” Kitabında “Vicdan Azabı” Üzerine
“Piç” adlı romanında Hakan Günday vicdan azabını şöyle anlatır;
“İnsanın kendisine çektirdiği acıya azap denir. Teknik adı vicdan azabıdır. Bugüne kadar binlerce hayalet hikayesi duymuşsunuzdur. İşte bunların başlangıcı da bu vicdan azabıdır. Dünya üzerinde hayalet gördüğünü iddia eden ilk insan, yaşarken canını yaktığı dostunu öldükten sonra o kadar çok düşünmüş ve kendine o kadar çok kızmıştır ki, yıllardır tanıdığı bir yüzü, bedeni evinin odalarında uçuşurken görmeye başlamıştır. Sonra bu olayın üstüne binlerce yıl binmiş ve insanlar her yerde hayaletler görmeye başlamıştır. Oysa hayalet dediğin şey, yaşarken kazık attığın insanlar öldükten sonra duyduğun vicdan azabının sana oynadığı bir tiyatrodur. Vicdan azabı öyle bir hikayedir ki, aynı hayaletler gibi adamı korkudan öldürür.”
Belki de vicdan azabı “ölmekten daha beter” diyebileceğimiz ender acılardan biridir. Napolyon bile demiş ki; “Tanrı kimseyi kendi vicdanı ile yargılamasın.”
Kanunların ve toplumun verdiği cezanın un ufak kaldığı, bedeni ve ruhu mengene marifetiyle işkencelerin en büyüğüne maruz bırakan duygudur vicdan azabı.
Şahsiyet Dizisinde “Vicdan Azabı” Üzerine
Onur Saylak’ın senaryosunu yazdığı “Şahsiyet” dizisi günümüz toplumuna göndermelerle doludur:
“Vicdan denen şey bağırsak gibidir. Sen uyurken de çalışır. Köreltsen de insaniyetini; işlediğin o korkunç cinayet, çıktığın idam sehpasıdır. Sımsıkı düğüm olur boynunda, kurbanının yağlı urgan gibi elleri. Kimse katil olduğunu bilmese de, her gece kendin asarsın kabuslarında kendini. Bağırsak vicdan gibidir. Derdin boşaltmaksa içini, kendin çekersin ipini. İnsan dener ve yanılır…”
Olimpos dağının ve tanrıların kralı, göklerin ve yerin hükümdarı olan Zeus kendisinden egemenlik ateşini alıp, insanlara veren Prometheus’a ceza verir: “Prometheus’u bir kayaya bağlatır, her gün kutsal hayvanı dev kartala Prometheus’un ciğerini yedirtir. Yunan Mitolojisine göre Prometheus yarı-tanrı olduğu için ertesi gün iyileşir ve aynı kartal gelip bu eziyeti sonsuza kadar tekrarlar.”
İşte vicdan azabı buna benzer, hiçbir şekilde kurtuluşu olmayan, sonsuz bir azaptır.
Paul Auster’in “Yanılsamalar Kitabı” isimli roman kahramanı Hector Mann’ın bir daha asla kendisini terk etmeyen duygudur vicdan azabı. Hamile sevgilisini, yeni sevgilisi öldürünce, panik içinde beraberce gömerler. Hector Mann kendine geldiğinde hayatının geri kalan kısmını bu günahının kefaretini ödemeye çalışmakla geçirir. Seneler sonra, tesadüfen bir soygunun gerçekleştiği bankada, kendi canı pahasına, müstakbel karısı Frieda’yı ölümden kurtarır. Hector, daha sonra, Frieda’ya her şeyi anlatır. Frieda, onun, artık gerekli kefareti ödemiş olduğunu söyler. Belki de günümüzün modern “Suç ve Ceza” romanının kahramanları Hector ve Frieda’dır.
Vicdan azabı bazen “keşke” ile hafif etki gösterir; kimi zaman derinden pişmanlıkla ağır bir seyir izleyebilir. Göğüste başlar, boğazda düğümlenir ya da kayıp bir noktaya gözleri dikmene neden olur, insanı sonsuz bir arayışla gerçek hayattan koparır, çaresizliğin en uç noktasında kalırsın. Göğsünün üstüne çöküverir vicdan azabı, sırt üstü yatamazsın.
Sabahattin Ali’den “Vicdan Azabı” Üzerine
Sabahattin Ali vicdan azabı hakkında şöyle yazmış;
“Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar güç olmamıştır. İnsan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.”
Aldous Huxley vicdanen “temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir” diyor. Belki de vicdan azabından kurtulmak için iyiyle kötüyü kendi hallerine bırakmak ve başka şeyler düşünmek gerekiyor.
Yeraltından Notlar’da “Vicdan Azabı” Üzerine
“Yeraltından Notlar” kitabında Dostoyevski şöyle yazar;
“Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır. Kim yaşar kırkından fazla? Haydi, bana açıkça, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin! İsterseniz size ben açıklayayım: Aptallar, namussuzlar yaşarlar kırkından sonra.”
En kötü vicdan azabı, artık hayatta olmayan sevgili oğlum Doğa Tokuçoğlu için. Çünkü acı hiç bitmiyor. Bu dünyada güzel olan hiçbir şey tat vermiyor, varlığım yeryüzünde eğreti duruyor, ölmek istiyorum ama ölmek kaçıp kurtulmak anlamına geliyor. Benim için yaşamak en ağır intihar oluyor.