“Büyülü Gerçekçi” Edebiyatın kraliçesi Nazlı Eray, Uyku İstasyonu Romanı Üzerine
“Hayatı bir kere mi yaşayabiliriz, sadece?” sorusunu sizler de soranlardansanız “Uyku İstasyonu”nu okuyarak hayatınıza ufak dokunuşlar yapmanızı tavsiye edebilirim Göreceksiniz ki Nazlı Eray ile tanışmanın vakti gelmiş, gelsin diğerleri diyerek kendinizi en yakın kitapçıda ya da bir kitap sitesinde bulacaksınız.
Kitabı anlamlandırabilmek için öncelikle kitabı isim-içerik bağlamında incelememiz gerekli. Peki nedir uyku, istasyon? uyku:1. Dış uyaranlara karşı bilincin, bütünüyle veya bir bölümünün yittiği, tepki gücünün zayıfladığı ve her türlü etkinliğin büyük ölçüde azaldığı dinlenme durumu. 2. mec. Çevrede olup bitenin farkında olmama, gaflet, aymazlık. İstasyon: 1. Tren, metro durağı (TDK- Ankara, 2011)
Kitabın isminin “Uyku İstasyonu” olması bilincin, uyku sırasında düş ve gerçeği ayırt edemeyecek kadar birbirine bağlı olma ihtimali olabilir. Bu birbirine bağlılıkla anlatıcı gerçeklerden bir nebze olsa da kaçmak, eski ve güzel olan şey’lere hayaller yolu ile giderek nefes almaya çalışıyor olabilir. Çünkü eserin otobiyografik izleklerin ağır bastığı bir roman türü olduğunu söylemek mümkün.
Romanın başlangıç ve bitişi Nazlı Eray’ın gerçek dünyası ile paralellikler göstermektedir. Tabii bu paralelliklerin kesiştiği dik doğrular da var ki (hayaller, rüyalar) hayatın olmazsa olmazıdır bunlar. Romanda anlatıcının amacı; okuyucun hayat boyu karşılaşacağı iç çekişlerine su serpebilmek için kendi hayalleri, umutları ve rüyalarıyla okuyucuya bir serüven yaratmak… Anlatıcının Kadıköy Hasanpaşa Vatan Hastanesi’nde beyninde oluşan pıhtıdan dolayı yatan bir annesi vardır. Annesinin uyanmasını eli kolu bağlı bir şekilde bekleyen anlatıcı tüm çaresizliğine rağmen zamanın, mekanın, hayatın ve insanın bilincinin nereye gitmek isterse orada olabileceğini Hamdullah Bey’in sihirli aynası eşliğinde okuyucuya gösteriyor. Yıldız Tozu Oteli’nin esrarengiz odalarına, Ömer’in Bahçesi’nin mucizevi menüsüne uzanabiliyoruz. Gerçek zaman ile tinsel zaman arasında, gerçek mekan ile tinsel mekan arasında Nazlı Eray’ın/anlatıcının muhteşem büyülü gerçekçi üslubu ile mekik dokuyoruz.
Nazlı Eray’ın eserlerini bütünsel olarak incelediğimizde fantastik ögelerin çokluğu ile yazarlığının tek boyutlu değerlendirilmesi bir nevî yanlış olur. Kendisi de söyleşilerinde yaptığı edebiyatın “fantastik” edebiyattan ziyade “büyülü gerçekçi” edebiyat olduğunu dile getir. Eserlerinde otobiyografik izlekleri sıklıkla kullanması okuyucuda kahramanlar ile arasında güçlü bir etkileşim hissi uyandırır. Eray; böylelikle yaşanmış ve yaşanması mümkün hayallerin, rüyaların eşliğinde okuyucuyu olayların sürükleyiciliği başbaşa bırakır.
Biliyoruz ki hayat ve ölüm var olan iki gerçeklik. Hayaller, rüyalar bu gerçekliklerin içinde bizi/ben’i/öz’ü gerçekleştirmeye yarayan diğer iki soyut olgudur. Ama gerçekleşmeleri bazen güç olsa da onları şekillendirebilmemiz çok güç değildir. Hayallerin, rüyaların gerçekleşme ihtimali insanı güçlü kılıyor ve en çıkmaz sokaklarında yaşamın, ayağa kalkmamıza sebep oluyorlar! O halde Nazlı Eray’ın üslübu ile bu gücü bulacağına inanmak onu okumak için en büyük etken…