“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”
Oğuz Atay, 34 yaşında Beyoğlu’nda yaşadığı evinde Tutunamayanlar’ı yazmaya başladı.Tutunamayanlar romanı hakkında konuşmadan önce tutunamayanlar kelimesi üzerinde durmanın doğru olacağına inanıyorum. Tutunmak kelimesinin olumsuz çoğulu olan bu kelime, sarılamayanlar, aynı yerde ve aynı durumda kalamayanlar, kendini kabul ettiremeyenler ile kendine bir yer, bir yuva sağlayamayan olarak tanımlayabiliriz sanırım. Lakin eğer kelimenin özüne inersek, düşüncem odur ki bu kelime bize hayatın ne kadar hızlı geçtiğini; işlerinden, sorumluluklarından, arkadaşlarından, duygularından ve diğer tüm bu hayatın koşuşturmalarından düşünmeye, yazmaya, çizmeye, bakmaya, izlemeye ve okumaya zaman ayıramayanların tanımıdır.
Şimdi biraz da Tutunamayanlar kitabının alt yapısında nelerden etkilenmiş yazarımız ona bakalım. Dostoyevski, Kafka ve Gonçarov hayranı olan Oğuz Atay, haliyle Tutunamayanlar kitabında da bunun etkisini gösteriyor. Ayrıca Yıldız Ecevit; Yusuf Atılgan’ın yazdığı Aylak Adam isimli romanın, Tutunamayanlar’ın oluşmasında rol aldığını “Tutunamayanlar’ın alt yapısının oluşmasında Türk edebiyatından omuz vermiş kitapların başına Aylak Adam’ın yer aldığı su götürmez. Ana kişisinin tutunamamak için elinde geleni ardına koymadığı ve bunun sözel düzlemde de yenilediği bu romanın, Oğuz Atay’ı tutunamayanlar sözcüğünü üretmeye yönlendirmiş olması bir olasılıktır” sözleri ile dile getirmiştir.
Tutunamayanlar romanına ana fikri ve konusu bakımdan bakarsak, toplumdaki kurulu düzene karşı ayak uyduramayan, hayatını ruhunun isteklerine göre yaşamak isteyen aydının çığlıklarını ve gözyaşlarını görürüz. Kitap belirli bir olayı anlatmaktan ziyade izlenimler, çağrışımlar, iç çekişler ve ruhsal çözümlemelerden oluşur. Sayfalarca süren noktalama işaretsiz ve paragrafsız bölümlerin yanı sıra anılar, şiirler ve oyunlardan oluşan bölümleriyle okunması zor bir kitaptır. Konusu kısaca özetlemek gerekirse de, Turgut Özben adındaki bir mühendisin, intihar etmiş olan arkadaşı Selim’in intiharını araştırmak için çevresindekiler ile yaptığı konuşmalar ve İstanbul’da yaşadığı olaylardan sonra İstanbul’dan bir iş takibi için Ankara’ya gitmek üzere ayrılıp bir daha geri dönmeyişi şeklinde özetleyebiliriz.
Kitapta ki karakterleri yalnız bırakmayalım, onları da tanıyalım. Onları en iyi Oğuz Atay’ın tanıtabileceğini düşündüğüm için çoğunlukla Atay’dan alıntılara yer vereceğim. Selim Işık hayatı boyunca hep insanların arasına karışmak istemiş, normal bir insan olarak yaşamak istemiştir ancak bir türlü bunu başaramamıştır. Her karamsarlığa düştüğünde yeni tutamak arayışına girmiş ve her defasında da başarısız olunca bu onu oldukça tüketmiştir. Naif ruhu tüm bu tutunamayışlara dayanamayıp intihar etmiştir. Selim Işık kimdir diye sorsanız; sen, ben, naif ruhlular ve tüm bu hayata dayanamayıp tutunamayanlığı seçenler diyebilirim. Oğuz Atay ise bu soruya “İntihar eden bir arkadaşım, Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil. Belki ben varım (bu cümleyi yazmayın). Adlarını yazmanın sakıncalı olduğu birçok arkadaşım var. Herkesin ‘tutunan’ olmak istediği bir ülkede tutunamayanlığı seçen Selim Işık’la yakınlığının olması birçok kimseye dokunur diye onların adlarını saymak istemiyorum. Selim öldü. Selimlik de ölmüştür” cevabını vermiştir. Turgut Özben ise romanımızın evli ve başarılı mühendisidir. Turgut uzun süre iç sıkıntılar çekmiş ve hayatını sorgulamıştır. Roman boyunca kendi oluşturduğu Olric karakteri ile konuşmaları karşımıza çıkar. Turgut en azından toplumsal hayata biraz da olsa tutunmuştu ama yaşadığı hayata bir kez dönüp bakınca bir daha uyum sağlayamadı. Selim Işık’ın intiharı ile birlikte o da tutunamayanlığa yöneldi. Kısaca Turgut Özben ne kadar hayata tutunmuş gözükse de, iplik ile bağlanmıştır hayata ve Selim’in intiharı bu ipliği koparmıştır. Oğuz Atay ise Turgut Özben için “Turgut Özben’in durumu farklı bir bakıma. Turgut, bütün çabasına rağmen tutunamıyor. Bu açıdan Selim kadar akıllı değil. Belki de Turgut, bir kişinin, bir tutunamayanlar prensinin ortaya çıkarak, hepsi adına sonuna kadar dayanmasını istediği için kata, arabaya ve küçük burjuva nimetlerine boş verip tutunamamayı seçiyor. Selim’le birlikte Selim öldükten sonra yola çıkıyor. Son olarak bir trende görmüşler onu. Belki yolculuğu bitmemiştir daha.” Cümlelerini söylüyor.
Tutunamayanlar’ın basım süreci oldukça sıkıntı bir süreç olmuştur. Basılması için götürdüğü çoğu yayınevi reddetmiş hatta ‘Bu kitapta ne anlatıyor ki’ diyenler bile olmuştur. Son çare olarak TRT roman yarışmasını düşünen yazarımız yarışmaya katılmıştır. Oğuz Atay kitabın çok kalın, daha önce yazılmış hiçbir Türk romanına benzemeyen özellikler taşıması yüzünden ve daha ilk kitabı olduğu için Cevat Çapan’dan ricada bulunarak jürideki arkadaşlarıyla konuşmasını, kitabının gerçek anlamda okunup, anlaşılmasını istemiştir. Tek isteği kitabının basılmasıdır. Tutunamayanlar ile birlikte ödüle layık görülen tüm eserler basılmış sadece Tutunamayanlar basılmamış olarak jürinin karşısına çıkmıştır. Her ne kadar bu kitap jüriyi ikiye bölse de sonuç olarak 1970 TRT roman ödülüne layık görülmüştür ve Sinan Yayınevi tarafından basılmıştır. Bu baskı Oğuz Atay’ın gördüğü tek baskıdır çünkü o bu dünyada bizi yalnız bırakmadan önce hiçbir kitabı ikinci baskıyı görememiştir.
Oğuzcuğum Atay, biz okuyucuların olarak buradayız ya sen neredesin?