Eser, son günlerinde ölümle önce mücadele eden, daha sonra çaresizce kendisini onun kollarına salan bir adamın hayatın anlamı ve ölümün soğuk gerçekliği gibi temel sorulara atıflarda bulunarak yaşadıklarını konu edinir.
Okuyucuyu eser, ilk satırlarından itibaren bağlıyor kendisine. Tolstoy’un etkileyici tasvirleri sayesinde sanki olayın bir parçasıymış gibi hissediyor kendini okur. Aslında Tolstoy, bir nevi bizi, bizi ve bitmek bilmeyen arzularımızı kaleme alıyor. Dünya malına olan düşkünlüğümüz, makam-mevki kavgalarımız, gösteriş budalalığımız… Daha neler neler! O satırlar yalnızca kelimelerden ve noktalama işaretlerinden ibaret değil. O satırlar tam anlamıyla aciz ve düşkün bir insanın dönüşümü, yok oluşu belki de. Aradan yüz yıllar geçse de değişmeyen arzularımız, komplekslerimiz, sonumuzu bilmemize rağmen kabullenemeyişimiz… Ne demiştim, evet, o satırlar biziz!
Yüksek rütbeli bir yargıç olan İvan İlyiç, güzel ve iyi bir hayat yaşadığı fikrine kapılır fakat hasta yatağında ölümün ona bir adım daha yaklaştığını anladıkça, yavaş yavaş aslında ne kadar boş bir yaşam sürmüş olduğunu fark eder. İşte o anda okur büyük bir aydınlanma yaşar. Satırlar o kadar anlam derinlikli cümleler barındırıyordur ki, okur kendini İvan’ın yerine koymaktan alamaz… O güne kadar büyük anlam yüklediği ve uğruna büyük çaba sarf ettiği serveti ve saygınlığı, ölüm döşeğinde bir anda gözüne boş ve saçma görünmeye başlar. Bu görüntü, eserin sonuna doğru yerini büsbütün bir pişmanlığa, tükenişe bırakır.
Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak… Tam böyleydi durum. İnsanların gözünde giderek yükselirken, aynı anda hayat da benden o kadar eksiliyor, ayaklarımın altında çekilip gidiyordu. Madem öyle, ölmeye hazır ol!
Ya gerçekten de yaşamam gerektiği gibi yaşamadıysam, bilinçli seçtiğim yaşamım yanlışsa?
Belki de Tolstoy, daha fazla şöhret ve saygınlığın, daha acılı bir ölüm olacağına işaret ediyordu. Ne kadar Dünya malı, o kadar kötü bir ölüm. Ne kadar aç gözlülük, o kadar yalnızlık. “Evet, İvan bunların kurbanı oldu” diyordu belki de. Bizim öyle olmamak için ne yaptığımızı sorarak, kendi içsel hesaplaşma tartımızı ters düz ederek.