Kris Kelvin, Solaris adlı uzay keşif projesinin bitimine veya devamına karar vermek için söz uzay gemisine gönderilmeyi bekler, bu sırada evinde vakit geçirir. Bu sırada eve eski astronot Barton gelir. Solaris görevindeyken Barton, anlamlandıramadığı şeyler görür ve bunların kendi hayalinin yaratımı olmadığından emindir. Kelvin buna inanmaz, hatta Barton’in fikirlerini küçük görüp kalbini kırar. Kelvin, arkasında birçok anlaşmazlık ve acı bırakarak Solaris’e doğru yola çıkar.
Tarkovsky bize uzay yolculuğunu çok az gösterir. Bu filmde önemli olan uzayın kendisi değil, esas konuyu anlatmak için yarattığı elverişli ortamdır. Tarkovsky bizi özellikle bu detaylarla boğmaz, aksine detay olarak bırakır.
Kelvin istasyona geldiğinde psikolog olduğunu öğreniriz. İşi insanları anlamak olan birine göre oldukça duyarsız ve vurdumduymaz görünür. Bu da filmde verilmek istenen çelişkilerden biri olarak karşımıza çıkıyor: akıl çağında insan, insani anlamaktan aciz kalmıştır. İnsan üzerine olan bir bilim dalı bile bu düzenin içinde insandan yalıtılıp sürdürülebilir.
Kelvin’in ilk karşılaşması Dr. Snaut ile olur. Snaut, kendini tamamen bırakmıştır, Kelvin’in hemen gidip “bir uyku çekmesi” konusunda ısrar eder. Kelvin bu terk edilmiş uzay gemisini anlamlandırmaya çalışırken bir yandan da bu fikre ikna olur. Odasına gider- yatak muşamba kaplıdır. Bu muşamba onun kendi iç dünyasıyla kurduğu plastik, şeffaf, yapay ilişkiyi sembolize eder.
Uyuyup uyandığında Kelvin, karşısında 10 sene önce intihar etmiş eşini, tam da o haliyle görür. Kolunda enjeksiyon izi vardır, ışık sararır. Hari, tüm “gerçekçiliğiyle” oradadır.
Kelvin, acı çeken hemen her insan gibi, ona acı çektiren kişiyi zihninde taşır. Uyumadan hemen önce ve uyandıktan sonraki hemen ilk anlar o imgenin en gerçek hali olur. Aklımızı kurcalayan o kişi- ister bir aşk hikayesinin kahramanı ister dikkatimizin başka bir nesnesi- en yalnız ve savunmasız olduğumuzda ortaya çıkar.
İlerleyen sahnelerde Hari’nin, Kelvin’in yanında uyuduğunu görürüz. O zaman yataktaki muşamba kalkar. Kelvin için nispeten daha doğal, daha direkt, daha organik bir ortam oluşmuştur. Yine de Kelvin o ortamda da davranışlarına aynen devam eder. Hari “Beni düşünüyor muydun?” dediğinde “Sadece üzgün olduğumda” diye cevaplar. Bunun böyle olmadığı, Kelvin’in duygusal konularda sözüne güvenilemeyeceği filmin ilk sahnesinden beri bellidir. Kelvin, her şey açık seçik karşısında olmasına, kaçamamasına rağmen inkardan vazgeçmemiştir.
Film ilerledikçe Hari, yani Kelvin’in aklında kalan Hari imgesi, gittikçe farklılaşır, kendi benliğini oluşturur. Özlediğimiz kişiler için de benzer bir durumda kalırız. Bir süre sonra kişinin hayali düşünülen kişiye benzemez, özne de içten içe bunun farkında olur. O saatten sonra işler daha da karmaşıklaşır: özlediğimiz kişinin kendisini mi düşünmeye devam ederiz, yoksa bizde yarattığı hisleri mi? Onu mu sevmeye devam ederiz, yoksa onu severken ki kendimizi mi?
Kelvin, bir gece rüyasında annesiyle konuştuğunu görür. Muşamba, bu sefer evin her tarafını kaplamıştır. Muhtemelen Kelvin, kendini tüm evden ayrı, soyutlanmış hatta dışlanmış hissetmektedir. Annesinin şefkati de bu durumu o ana kadar düzeltememiştir. Annesiyle konuşur, nispeten barışı sağlar. Bunun sonucu olarak zihnindeki anne muşambalı odadan çıkıp gider.
Solaris’e döndüğümüzde Kelvin, Hari’nin kendini yok etmeyi başardığını öğrenir. Bu doğal bir sonuç olarak görünür: neticede insan unutkandır. En derin acılar bile yüzleştikten bir süre sonra iyileşir. Kelvin, o boşluğu hissetse de veda vaktinin geldiğini anlar, sakinlikle karşılar. Filmin başından beri ilk defa kafasında bir plan, bir çözüm belirir: babasıyla da sorunlarını çözecektir.
Dr. Snaut Solaris’in yüzeyindeki adacıklardan bahseder, Kelvin hemen oradan ayrılacağını söyler. Filmin son sahnesinde Kelvin’in gerçek evine değil, Solaris’in yüzeyindeki adacıklardan birine gittiğini görürüz. Bu bizi şaşıramamalı; bütün film boyunca aklımızda kalan imgelerle ilişkimizi bize gösteren Tarkovsky, filmini, ana karakteri yine kendi imgelerinin yanına göndererek bitirir.