Türkçemizde bazen ‘’Şairane Gerçekçilik’’ olarak da anılan şirsel Gerçekçilik (Fransızca: Réalisme poétique) akımı, 1930’lu yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan ve doğal olarak Fransa’nın da etkilendiği Büyük Ekonomik Buhran ve İkinci Dünya Savaşının izlerini taşır. Bu akım, dönemin olaylarının toplumsal yaşantıya, bireylere olan etkilerini temel alarak ortaya çıkmıştır. Akım, aslında dönem halkını etkileyen olumsuz olayları lirik bir tarzda ve şairane bir anlatımla yumuşatarak anlatmaya çalışır.
Şiirsel gerçekçilik akımı filmlerinin barındırdığı karakterler, sıklıkla ekonomik çöküntüyle beraber ortaya çıkan işçi sınıfının işsiz üyeleri, maddi geçimsizlik nedeniyle artan suç oranları ve suçlular gibi hayatın acımasız yönleriyle karşılaşan kişilerdir ve bu kişiler genellikle umutsuz, kaderci bakış açısına sahiptirler. Şiirsel gerçekçilik akımı filmleri aslında içerisinde barındırdığı bu karakterlerle gerçek hayattaki yaşanılan olaylara atıf yapmakta ve eşitlikçi bir bakış açısını izleyicisine sunmaya çalışmaktadır. Karakterlerde genel olarak karamsarlık, intihara eğilim ve melankoli gibi olumsuz düşünceler ön plandadır. Senaryo akışında ise genelde karakterimiz öncelikle bu olumsuz dünyadan çıkış veya bu olumsuzlukları yok edebilecek kadar güçlü faktör olan aşk ile ilgili son bir şans elde eder ancak maalesef bu son şansı da değerlendiremeyen karakterler, genellikle hayal kırıklığına uğrar ve film mutsuz sonla veya ölümle son bulur.
Genel konu bakımında acı ve nostalji barındıran filmler, estetik ve hikayenin geçtiği ortam bakımından da şiirsel özellikler barındırmaktadırlar. Özellikle mekanlar filmin anlattığı duygunun güçlendirilmesi bakımından büyük rol üstlenirler. Bu faktörü aslında bir bakıma şiirlerdeki kafiye uyumuna da benzetebiliriz. Tıpkı kafiyeler gibi akımın filmlerinde de mekanlar filmin duygusal olarak izleyiciye daha etkili bir aktarım yapmasını sağlar ve hikayenin güçlü bir yapı elde etmesinde önemli bir işleve sahiptir. Bu akımın filmlerinde genellikle işçi sınıfının yoğun olduğu kentsel mekanlar tercih edilir ve bu mekanlar sis, kapalı gökyüzü, yağan yağmur, ıslak kaldırımlar, loş ışık gibi özellikler barındırır.
Akımın en ünlü temsilcilerinden birisi, Şiirsel Gerçekçilik yerine Toplumsal Fantastik tanımlamasını tercih ettiğini söyleyen Marcel Carné’dir. Carné’nin, Quai des Brumes (Sisler Rıhtımı, 1938) ve Le ]our se Leve (Gün Doğarken, 1939) filmleri, Şiirsel Gerçekçiliğin tüm özelliklerinin yanı sıra, yaklaşan savaşın yol açtığı sıkıntı ve bunalımların izlerini de taşıyan karamsar, hatta karamsarlığını nihilizme kadar vardıran filmlerdir. Örneğin Hotel du Nord (Kuzey Oteli, 1938) filmini saran karamsar dünya görüşü öylesine belirgindir ki; dönemin Almanlarla iş birliği içindeki Vichy hükümeti bu filmi Drôle de drame (Tuhaf Dram, 1937) ve Quai des Brumes (Sisler Rıhtımı, 1938) filmleriyle birlikte, halkın moralini bozduğu gerekçesiyle eleştirir. Bu eleştirilere karşı Carné filmleri bu şekilde çekme nedenini ise “Sanatçının ideali dönemim barometresi olmaktır ama barometrenin gösterdiği fırtınadan o sorumlu tutulamaz” sözleri ile savunur. Yine Marcel Carné kadar ismi Şiirsel Gerçekçilikle özdeşleşen bir diğer kişi ise bu tarzda çoğu filmin senaryo yazarı olan Jacques Prevert’dir. (Cengis Temuçin Asiltürk, Sinemada Şiirsel Anlatım, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara, Ağustos 2006 – Esin Coşkun, Dünya Sinemasında Akımlar, Phoenix Yayınevi, Ankara, Şubat 2009)
Zamanla İkinci Dünya Savaşının bitmesi ve toplumsal etkilerinin azalması ile sinema akımları da dönemin özelliklerine göre değişir ve farklılaşır. Bunun sonucu olarak da Fransız Şiirsel Gerçekçilik sinemasının sonu gelir ve akım, yerini İtalyan Yeni Gerçekçiliği sinemasına bırakır.