Sezgin Kaymaz – Kaptanın Teknesi

“Kim bu kaptan? Hangi tekne?” diye başladığınız kitap bir solukta bitiveriyor. Öyle güzel bir kurgusu var ki bir anda kitabın içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Çok kısıtlı bir sürede geçen olaylar inanılmaz şekilde gerçekçi ve aslında inanılmaz derecede gerçek olmayacak halde. Karakterler öyle tanıdık ki, muhakkak çevrenizde vardır. Edebi kaygısı çok yüksek olmayan aslında ayakları yere sağlam basan bir kurgusu varken aniden farklı bir hal alıyor. İlk sayfalarda “Keşke benim hayatımda böyle olsa…” derken sonlara yaklaştığınızda “İyi ki ben değildim.” diye soluklanıyorsunuz.

Biraz aşk, biraz efsun, biraz gerilim ve biraz mistik hava hakim bu güzel romana. Hani olmaz da, ya olursa? Ya o kaptan bizi de buluverirse bir gün? Biri gerçekten zihnimizi ve ruhumuzu okursa? Ya o tekne gerçekten var ve biz o tekneye çoktan bindiysek? İnsanoğluna büyük bir öğüdü var kitabın. Aslında bunu birçok yerde duyuyoruz. Seven sevdiğine sevdiğini söylesin, yoksa bir gün çok geç olur. Bu kadar net bir fikir nasıl olur da kocaman romanda kurgulanır diyorsanız hiç kaçırmadan okumalısınız.

Aslında Sezgin Kaymaz’ın ilk kez yaptığı bir şey değildir bu. Belki de etkileyici hale getiren bütün bunları erkek bir yazarın kaleminden okumaktır, kim bilir? Hemen hemen her kitabında bu hayata bir kez geldiğimizi ve gönlümüzce yaşamamız gerektiğini sıkı sıkıya tembihler bize. Ancak tabir-i caiz ise en sert tokadı Kaptanın Teknesi ile atmıştır yüzümüze. Bittiğinde ne olduğunu anlayamadığınız birkaç dakika sizi bekler. Öylece boşluğa, duvara ya da halıya bakarsınız. Ve cesaret gelir. Çünkü öğüdümüzü almışızdır;  biz bu dünyanın hırslarına daha fazla kapılıp dipsiz çukurlara düşmeyeceğiz. Yalancı dillere, sözüm ona her ahlak kuralına uymayacağız, kendimize eziyet edip hayatı yaşanılmaz kılmayacağız. Bir de hayatı sanki dolu dolu yaşıyormuşuz gibi ölümden deli gibi korkmayacağız. Hem hayatı hem ölümü seveceğiz, sevebileceğiz. Sevgisiz, saygısız öylece bir çırpıda yaşayıp ölmeyeceğiz.

Kendimizi seveceğiz.

İnsanları, hayvanları, bitkileri, doğayı, hayatı-ölümü, siyahı-beyazı birlikte seveceğiz.

En önemlisi sevdiğimizi kendimize saklamayacağız, hem sevgimizi gösterip hem de dile getireceğiz.

Unutmayın yoksa sadece üç gün içerisinde hayatınıza ‘’O’’ girebilir ve siz kendinizi çoktan teknede bulabilirsiniz.

“o”
vakitle birlikte, vakitlice gelen…
hayatımı allak bullak eden, sonra da ortalığı bana toplatan…
bir kapı aralandı üç gün önce ve ‘o’ girdi hayatıma…
güneş kadar yakıcıydı, buz gibi don…
deprem kadar yıkıcıydı, tufan gibi bir son…
“o”ydu hepsi de…
ruhumun tufanı, tufanımın nuh’uydu…
kim, benim sandığım ‘ben’ olmadığımı öğretebilirdi bana?
vakti, bir kılıç gibi kuşanan kim olabilirdi?…
kimdi, hiç tanımadığım halde, hep beklediğim?
sarı gözlü, kara giysili, o yakışıklı kimdi?
“o”ydu elbette!
üç gün önce başladı her şey… sadece üç gün önce…