“Hayatı kaçırmışım. Kaçırmışım…”
1999 yılında Ayşe Kulin tarafından, Bosna halkının gördüğü zulmü biraz olsun bizlere gösterebilmek amacıyla kaleme alınmış, manası “sevda şarkısı” olan roman.
Ayşe Kulin, bu romanı yazarak aslında yakın geçmişte yaşanan olayları gözler önüne seriyor; bir ihtilal düzenliyor zihinlerimize, bizi biz yapan her zerremize. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki: Yakın tarihimizde de olsa geçmişte de kalsa, bazı şeyler daima hatırlanmalı. Bir sayfanın ucunda okunmayı beklemekten ziyade, çok geç olunmadan bazı şeyler öğrenilmeli. Ayşe Kulin, bu romanında bunu açıkça ortaya koyuyor mesela düpedüz cümlelerle belirtmese de. Cümleler dolusu burukluk var bu romanda. Okurken bile ağlatan bir olayın gerçekten muhatabı olsaydınız ne hissederdiniz? Ya o Boşnaklardan birisi olsaydınız? Gerçekten yaşamamız mı gerekiyor bazı şeylere karşı hassas olabilmek için?
Kurşunlar, gözyaşları, acı, burukluk, aşk, gönül kırıklığı, yarım kalmışlık, havan topları ve bombalar var bu romanda. Aynı zamanda mutsuz bir evlilik, akıllarda yer edinmiş soru işaretleri, işini iyi yapmaya gayret ederken umulmaz bir birliktelikle yüreğin çalkalanışı da dahil buna. Nimeta’mız var mesela… Çalışan, kazancını kendi sağlayan bir karakter. -Kulin bazı yazarlar gibi pasif bırakmıyor kadını, işliyor adeta.- Eşi de çalışıyor, o da. Çocukları da var üstelik ama Nimeta mutsuz, Nimeta arıyor; onu o yapan şeyi, Stefan’ı. Evet, yanlış görmediniz, Nimeta evli bir kadın ama kendisi gibi gazeteci olan Stefan’a aşık, çılgınca. Yanlış olduğunu biliyor. Birin yanına bir daha koyamaz, koymamalı; bunu da biliyor. Kendisiyle her an bir çatışma halinde. Galiba, galiba o da ne istediğini bilmiyor. Bunun pahasına evliliklerini bırakmıyor, Stefan’ı seviyor evet ama ailesini bırakma düşüncesine yenik düşüyor bu sevgi belki de… Olaylar arası geçişleri ustaca yapan Kulin, okura adeta bir yazınsal şölen sunuyor. Acıyla harmanlıyor bu şöleni daha sonralarda. Hep yarım, hep eksik, hep buruk o kalem…
Osmanlı öncesinde dini nedenlerle Haçlı Orduları tarafından, birinci ve ikinci dünya Savaşları sonrasında ve 1992 Savaşı’nda Sırplar ve Hırvatlar tarafından sürekli soykırıma tabi tutulan Boşnak topraklarının kanlı hikayesini anlatıyor demiştik Kulin. El uzanmayan, hor görülen Boşnaklar, evet. Sırplar yapıyor, “Boşnaklar yaptı” oluyor. Havada kuş uçsa, bir yerden sonra “Boşnaklar yapmıştır” denecek diye düşünüyorsunuz. Görüp görebileceğiniz en aşağılık muameleyi görenler, tacize, tecavüze uğrayan, işkence edilenler Boşnaklar. Çünkü onların suçu “Boşnak” olmak. Çünkü Sırpların “Büyük Sırbistan” arzularını yerine getirmeleri için kan dökmeleri gerek, onların da faturası Boşnaklara kesilmeli(!)
Sırpların Saraybosna’da aşağılıkça yaptığı soykırımın ne boyutta olduğunu anlamak için okunması gereken bir eser, bu eser. Aynı zamanda böylesi bir vahşete “neden” sessiz kaldığımızı sorgulamamız ve vicdan muhasebemizi yapmamız için bazı satırlarda ağlatacak, bazı satırlarda yüreğinize ağırlık oturtacak bir yaratma. Kulin’in usta kalemi sayesinde okurken sıkılmayacaksınız ama sizi “gülümsetmesini” de beklememeniz gerekir.
“İyi okumalar” diyebilseydim keşke!