Sabahattin Ali’nin üç romanından ikincisi. Romanlarına genel bir baktığımızda gidilen yolun bir çok noktada kesiştiği ortada. Sabahattin Ali eserlerinde kendinden bir parça bırakmayı asla ihmal etmiyor. Okuyan herkes hayatı hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmayan dahi Balıkesir’li olduğunu, bir memur hayatıyla yakından temas içinde olduğunu, hep yalnız adamdan yola çıktığını görür.
Oğuz Atay’ın referans gösterdiği kitaplar arasında da bulunuyor. Çünkü Atay kitaplarına yedirilen sürekli olarak kendiyle hesaplaşma halinde olma durumu, İçimizdeki Şeytan’da da Ömer adlı karakterin en belirgin özelliğidir. Gündelik yaşam olanca hızıyla akıp gider; fakat Ömer herkesten iki kat fazla yorulur. Çünkü Ömer düşünmektedir, söylenen her sözde, kaçırılan her bakışta mana arar, durur. Atay’ın Tutunamayanlar adlı kitabında Selim Işık’a söylettiği gibi: “Anlam kadar hayatı zehir eden bir kavram yoktur” aslında.
Macide ile Ömer, tophane açıklarında kiraladıkları kayığın içinde mehtapta oynaşırken, hiç yaşayamayacağımız bir aşkın özlemini soluyoruz. Nihat ve arkadaşlarının kendi pislikleri içinde nasıl debelendiklerini ve debelendikçe battıklarını görerek acıma duygusuna kapılıyoruz. Veznedarın Türk roman tarihinin en efsane tiratlarından biriyle ortadan yok oluşunun ve bir daha meydana çıkmayışının şaşkınlığı, tüm roman boyunca yakamızı bırakmıyor. Hayatı düşünme, karar alma ve uygulama olarak üçe ayırdığımızda, düşünme kısmını filozoflara taş çıkartırcasına sağlıklı ve sağlam biçimde icra eden Ömer’in, karar almada aynı başarıyı sürdürmesine karşın, uygulama kısmında nasıl bu kadar bocaladığına anlam veremiyor, onun adına kahroluyoruz.
Aslında çoğumuzun içinde olan kötülükleri bir anda yüzümüze vuran güzel eser. Kitabın başından itibaren Ömer’in daha fazla kendi içindekine dayanamayıp intihar edeceğini düşünmüştüm.
“Belki başka bir köşeye çekilip kendimle uğraşır,yahut bizim muhitimizdekilere benzemeyen insanların arasına dalarak yeni bir hayata başlamaya çalışırım” dedi, ve Ömer Macide’sini bırakıp gitti.
Karakterlerin Analizi
Sabahattin Ali’nin bu romanı Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek ve Nihal Atsız’a olan nefretinden dolayı kaleme aldığı söylenmiştir. Nitekim, romanda yılda bir iki şiir yazıp baba parası ile geçinen kişi Necip Fazıl Kısakürek olduğu söylenmektedir.
Kitapta Nihat karakterinin hep etrafında olan İsmet Şerif aslında Peyami Safa. Babasını Balkan Harbi sırasında kaybeden Peyami Safa,bu bunalımın getirdiği stres kemik hastalığına yakalanıyor. Bacağının kesilmesi gerektiğini söyleyen doktorlara izin vermeyip,aradan aylar sonra iyileşiyor.Sonralarda bu iyileşmenin hatırına Dokuzuncu Harbiye Koğuşu romanını yazıyor. İçimizdeki Şeytan kitabında İsmet Şerif bir tartışma yaşıyor ve tartışma esnasında onu ve de babasını vatan haini olarak ilan eden kişi,Nazım Hikmet’in ta kendisi. Peyami Safa’nın babasını hainlik ile suçlamasının nedeni, kitapta Safa’nın babasının düşmana teslim olmaya giderken vurulmasından kaynaklı olduğu yazıyor. Nazım Hikmet kitapta geçen karakterlerin gerekliliğini, gerçek hayatta Safa’nın babasını ihanet ile suçlamasıyla bir nevi kanıtlanıyor.
Gelelim Nihat Karakterine, kendisi Nihal Atsız’ın kendisidir. Sabahattin Ali ile Nihal Atsız İstanbul Muallim Mektebinden arkadaşlar. İlk olarak Türk Ocaklarında tanışıyorlar. Zaman içerisinde Sabahattin Ali Kominist düşünceye doğru ilerleyince,Nihal Atsız baş düşmanı haline geliyor. Roman boyunda Nihat karakterinin bencil, maddesi ve para göz gösterilmesi,Sabahattin Ali’nin kininin ne kadar yoğun olduğunu gösteriyor.
Dip Not: Ayrıca Kürk Mantolu Madonna’nın Raif beyi ile İçimizdeki Şeytan’ın Ömer karakterinin 40 lira aylık almaları, niçin biri daha fazla ya da eksik değil de aynı diye düşündürüyor. Devlet Bahçeli’nin bir Sabahattin Ali hayranı olduğunun göstergesi.