“Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.”
O malum satırlarla bir nesli derinden etkileyen, Kabına sığmayan bir taşkınlığa ev sahipliği yapan yazar Orhan Pamuk’un unutulmaz eseri, Yeni Hayat…
İnce tasvirleri, etkileyici dili sayesinde okuru harika bir anlatı şölenine davet eden romanımıza geçmeden önce şunu sormak isterim:
Yaşama dair bir gayeniz kalmamış olsaydı, bir kitabın kapılarını araladığı dünyaya inanır mıydınız?
Kitap, üniversite çağındaki Osman’ın edindiği kitabın hayatını nasıl değiştirdiğini, tekdüzelikten kurtardığını, arayışlara çıkardığını, hayatının aşkını bulduğunu, aşkın derin kuyularına nasıl indiğini, kendini nasıl bulduğunu -yahut sandığını- konu ediyor.
Osman karakteri, değişimin mihenk taşıdır. Tesadüf olarak edindiğini düşündüğü kitap, aslında tüm hayatını etkisi altına alacaktır. kısa sürede fanatik şekilde bağlandığı roman, onun anlam arayışlarına bir cevap olacak; sonunu hiç mi hiç tahmin edemeyeceği, cesaret gerektiren zorlu yolculuklara çıkaracaktır.
“Bir kavanozdan bulup çıkardığım ıhlamuru kaynatırken, bir battaniyenin altına girip bir başkasına sarılmanın soğuk algınlıklarına karşı en iyi şey olduğunu Canan’a söylemenin hayalini kuruyordum.”
“Nedir hayat? Bir zaman! Nedir zaman? Bir kaza! Nedir kaza? Bir hayat, yeni bir hayat…”
“Bir kitap okudum,seni buldum. Ölmek buysa,ben yeniden doğdum… “
Canan karakteri, kolay elde edilmeyen, inatçı, başına buyruk, kafalarda soru işaretlerine hayli yer verdiren bir kızımızdır. Osman’ın kitaba sahip olmasına neden olan birisi de desek yanılmış olmayız.
“Aşk, insanı bir hedefe yönlendirir; Hayatın, eşyanın arasından çekip çıkartır.”
Romanda genel anlamda aşırılık göze çarpıyor. Aşırı sevgi, aşırı bağlılık, aşırı eylemler bunlardan yalnızca birkaçı. Romanı nitelendirmek gerekirse eğer, en uygun söz, şüphesiz ki “arayış” olacaktır. Bu arayışa iten her neyse onu; ana kaynağı.
İlk satırlardan son cümlelere dek sürekli bir akış halinde olan roman, okurun içine öyle bir işliyor ki, ister istemez “ben olsaydım” söylemiyle kendini sorgularken buluyor insan kendini.
Pamuk’un kaleminden olacak, okur romanı elinde tutup okurken bir yandan yüreği ağzına geliyor. Oysa sadece bir roman, öyle değil mi? Değil efendim, söz konusu Pamuk olunca değil. 🙂
Okur romanı bitirdiğinde şöyle bir duvara, bir kendine, bir okuduklarına bakıyor desek yerinde olur.
Romanın kapanışında karşılaşılan son, zihinlerde şu sorulara yer açıyor: “Ben ne okudum?” , “Hayal miydi yoksa gerçek mi?” , “Ne oldu öyle ya hu?” , “Yok yok, en iyisi açıp bir daha okuyayım.” Bu sorulardan ve varılan sonuçtan yalnızca birazı. Çünkü Orhan Pamuk okumak da sanattır. Her okuyuşta dimağı zorlayan ve soruları aynı orantıda arttıran.
Bu değerli romanı okumayanlar adına çok fazla ayrıntıya girmekten kaçındığımı belirtmek isterim. Olur da rafta, arkadaşınızın elinde, bir sahafta yahut kütüphanede görürseniz tereddüt etmeden alıp okuyun, ancak o zaman anlatmakta güçlük çektiğim bu yaratmanın bir parçası, o kitaptan fışkıran ışığın bir kaynağı olabilirsiniz!
“Demek ki aradığım buymuş, buymuş istediğim. Yüreğimin içinde nasıl da hissettim bulduğum şeyleri;Huzur, uyku, ölüm, zaman! Hem oradaydım, hem burada; hem huzurun içinde hem de kanlı bir savaşın, hem hortlaksı bir uykusuzluğun hem sonu olmayan uykunun, bitmeyecek gecenin ve hızla akan zamanın.”