“…Eğer dün de, bugün de, yarın da
Sürmezse ona olan sevgim sonsuza kadar,
Hayatı besleyen, mutlu kılan her şey
Büyük bir lanet gibi terk etsin beni!”-Desdemona
Çok iyi, çok büyük, çok parlak, çok erişilmez bir şey düşünün. O kadar iyi ki, siz onun yanında hep küçük, önemsiz hissediyorsunuz. İşte Othello’nun dramı tam olarak bu: Othello hayatını savaş meydanlarında geçirmiş Magripli bir asker, karısı Desdemona ise iyi eğitimli, güzel, zengin bir senatör kızı. Bunu basit bir zengin kız fakir çocuk hikayesinden çıkaran yeryüzünün en büyük dehalarından Shakespeare, Othello’nun iç dünyasını resmederek zayıflıklarımıza ayna tutuyor.
Othello, Desdemona’nın sevgisini bir lütuf olarak görür. Aslında Othello’da hayran olunacak birçok özellik bulunur- zeki, cesur, kendini yüksek sosyeteye bile kabul ettirmiş askeri bir yetenek. Ama Othello onlarca olasılığın içinden Desdemona’nın içten içe ona acıdığı için kendisini sevdiğini düşünür, ki onun bu konudaki inançları oyunun bel kemiğini oluşturur.
Oyun boyunca olaylar birçok yönüyle gösterilir veya birden fazla yoruma açık olaylar yaşanır. İlk örneği Desdemona’nın evden Othello’yla evlenmek için kaçmasıdır. Bununla ilgili karakterlerin düşündükleri:
1. Desdemona Othello’yu gözü hiçbir şey görmeyecek, ona aşırı iyi davranan babasını arkasına alacak kadar sevmiştir.
2. Desdemona çok saftır, Othello onu kandıracak kadar uyanıktır.
3. Babası Desdemona’yı fazla serbest bırakmıştır, Desdemona basitçe canı istediği an cani istediğini yapan biridir.
Örnekler çoğaltılabilir. Oyunun başında Desdemona’yı görmeyiz, o yüzden bunlardan hangisinin doğru olabileceğini düşünürüz. Yine de söyle bir akıl yürütme tamamen yanlış olmaz; o sosyo-ekonomik düzeyde yaşayan bir kızın tüm bunları arkasında bırakamamak için sağlam bir nedeni olmalı. Sadece eğlenmek istemesi veya çok şuursuz olması pek de akla yakın bir ihtimal değil. Zaten tam da bu yüzden Desdemona’nın sahneye girdiği ilk an çok önemlidir, tek cümleyle kafamızdaki şüpheleri siler:Sevgili babacığım, görevimin ikiye bölündüğünü hissediyorum.
“Hayatımı ve yetişişimi size borçluyum;
Sizi saymayı öğretti hayatım da, yetişişim de,
Babamsınız, boyun eğmem gerekir size;
Bugüne kadar kızınızdım.. Ama bu da kocam işte;
Annem de sizi babasından üstün tutardı,
Ben de aynı hakkı Mağripli efendim için kullanıyorum.”
Bu söz, şımarık, ne istediğini bilmeyen bir kadının değil, aksine kararından son derece emin, evli bir kadın olarak ‘rolüne hazır’ birinin sözleri.
Yine de Othello, karısının onu tutkulu bir aşkla sevdiğine sadece bu olayla değil, oyun boyunca olan hiçbir olayla ikna olmaz. Othello’nun önüne Desdemona’nın onu sevdiğine dair birçok kanıt serilir: Desdemona onunla Kıbrıs’a savaşa gelir, babasını karşısına alır, kendince iyi bir es olmak için elinden geleni yapar. Aksi yönde hiç bir kanıt olmamasına rağmen Iago’nun “düşünsene, böyle bir kadın neden seninle olsun ki? Etrafta, zengin, yakışıklı bir sürü erkek var, bak biri de Casio!” minvalindeki telkinleri Othello’ya daha “akla yatkın” gelir. Iago’ya hayır diyemez, onunla arasına set çekmez, kafasına girmesine izin verir. Othello ona sunulan düşünceler arasından, hakkında kanıt olmayanı seçer, buna şüphesiz inanır.
“Mantıklı Olan”
Birçok Shakespeare oyununda olduğu gibi, bu oyunda da her şey bir düşünceyle baslar. Karakter bunun mantıklı olup olmadığını pek de sorgulamaz, anın rüzgarına kapılır. (bknz. Macbeth). Belki gerçekten Desdemona’nın Othello’yla kaçması akıl dışıdır, belki gerçekten pek sık rastlanan bir durum değildir, belki gerçekten Othello Desdemona’yı hak etmiyordur. Ama gerçekler, o an orada olanlar bunlardan çok farklıdır, Desdemona Othello’yla çok bağlanır ne Casio’ya ne de başka bir erkeğe bakmaz. Othello, gözünün önünde olanlara inanmak yerine korkularının götürdüğü düşüncelerde yaşar, bunun rasyonel olduğuna kendini inandırır.
Bu oyunun, özellikle “akıl çağı” denen günümüzde eskisinden de çok önem kazandığına inanıyorum. Insan, ne kadar akıllı olursa olsun hisseden bir makinadır, bazen onlara göre hareket eder ve kendini bu seçime adar. Insan, salt rasyonel düşünceyle açıklanabilecek ya da o şekilde davranması beklenen bir canlı değil. Mantıklı olmak(!) adına yapılan, insan doğasını görmezden gelen birçok karar, bir gün en mantıksız karar halini alabilir. Desdemona belki Othello’yla kaçmak yerine Venedik’te bir asille evlenmeyi daha mantıklı(!) bulabilirdi, hatta oyunun finalinin de gösterdiği üzere toplumun onu ittiği yer orasıydı- ama o özgür seçimini yapmayı tercih edecek kadar cesur davranan bir karakter, kendini iyi tanıyan genç bir kadındır. Onum felaketi, Othello’nun onu anlamaması olur.
Desdemona’yı ne öldürdü?
Desdemona, gelin yatağında kocası tarafından boğulur. Ölmeden hemen önce yatağına düğün çarşaflarının serilmesini istemesi tesadüf değildir – onu, toplumun evlilikten beklentileri, buna alet olan politik oyunlar, çıkarlar, güvensizliklerin verdiği huzursuzluk öldürür. Kocası onu mecazi anlamda da boğar. Desdemona oyun boyunca sınırlı bir etki alanına sahip olur, kaderini değiştirecek hiçbir gelişmede payı olmaz. Ne yaparsa yapsın Othello’yu onu sevdiğine ikna edemez, Othello ona güvenemez. Elbette böyle bir ilişkinin metaforik anlamda da boğucu olması kaçınılmaz olur.
Peki insan çok sevdiği birini neden/ nasıl öldürür? Othello, hayatını savaşta geçirmiştir, sorunlarını hep bir şeyleri yok ederek çözmüştür. Bir şeyleri inşa etmekten/yaratmaktan ziyade yok etmek konusunda uzmanlaşmıştır. İçini yiyip bitiren bu duygu ona yabancıdır. Bu duygu ona acı çektiriyordur, rahatsız ediyordur ve Othello ona zarar veren şeylerden kurtulmak konusunda binlerce yönteme sahip biri değildir. Shakespeare, bir çok oyununda olduğu gibi yapıcılık yerine seçilen yıkıcılığın tehlikelerine ışık tutar: İster Macbeth’deki gibi güç için, ister Romeo ve Juliet’teki gibi ailede öğretilen değerler yüzünden, ister Hamlet’teki gibi delilik sınırlarında gezmekten olsun, yıkım her zaman felaket getirir.