– Dünyaya yaralı şair
Türk kadın şairlerimizden birisi olan Nilgün Marmara 13 şubat 1958 yılında İstanbul ‘ da doğmuştur. Orta-okul ve liseyi Kadıköy Maarif koleji ve Anadolu lisesinde bitirmiştir. Boğaziçi Üniversitesinde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü okumuştur.
Marmara, Sylvia Plath ‘in ideolojisini kendi yaşam biçimi olarak benimsemiştir. Üniversitedeki tezini bile Plath üzerine yapmıştır.
Plath Amerikalı yazar ve şairdir. Trajik hayatı ve intiharıyla tanılıyor. Birbirine çok benzeyen iki kadın. “ Diğer her şey gibi, ölmek de bir sanattır. Ben bunu son derece iyi yapıyorum. ”
O entelektüel arkadaş çevresi ve içinde yaşadığı duyguları gizli gizli yazmaktan hiç çekinmedi. Cemal Süreya ‘nın “Zelda” sı, Ece Ayhan ‘ın deyişiyle dünyaya yaralı şairimizdir. Öldükten sonra yayınlanıyor şiirleri. Bizim için şiir olan onun için bir günlükten ibaret olmaz mıydı? ya da şiir zaten günlüğün içinde gizlenen duygu yükleri değil miydi? Şöyle söylüyor Marmara ; “ Her şeyi yazmıyorum, korkuyorum. Yazarsam daha çok dağılacağım gibi.. ” defterler sy.79
Nilgün Marmara 1982 ’de endüstri mühendisi Kağan Önal ile evlendi. Önal ’ın işi gereği kısa süre Libya ’da yaşadılar. Nilgün Marmara şiir yazdığını hen ye söylemese bile Libya ’da yazmaya devam etmiş. Türkiye ’ye döndüklerinde Kızıltoprak ’ta yaşadıkları ev şairlerin de geldiği bir uğraktı. İşte o evin balkonundan attı kendini. “ Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! ” diyor düşü ne biliyorum şiirinde.
Kağan Önal “ Nilgün ’ün şiir yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı. ” diyor. Hayatı paylaştığın insanla bile aradaki uçurumu çok net görüyoruz maalesef. Ahmet Hamdi Tanpınar ’ ın dediği gibi ; “Ne kadar yakınınız olursa olsun, bir başkasının içinden geçenler daima bir meçhul olarak kalacaktır. Bir yastıkta uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını bilmezler.”
“ Çünkü intiharının sebebi belliydi ; manik depresifti Nilgün.. ” diye ekliyor Kağan Önal. Aslında Marmara ’nın ölümü hem aşk iddialarını ve intihar mı yoksa cinayet mi soruları tartışmaya açık hale gelmiş.
Ölmeden önce kocasına verdiği metin ve şiirler, ölümünden sonra “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler” olarak iki ayrı kitap halinde yayımlandı. Günlükleri de Kırmızı Kahverengi Defter adıyla yayımlandı. Günlüğünün yayınlanması tartışma yaratmış.
Buket Aşçı’nın yaptığı röportajda şöyle diyor Kağan Önal:
“Nilgün intihar notunda ‘İstersen daktiloya çekilmiş şiirlerimi bastırabilirsin’ demişti. Biz de, ben ve dostları, ölümünden sonra bunları ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ ve ‘Daktiloya Çekilmiş Metinler’ diye iki ayrı kitap olarak Şiir Atı’ndan yayımladık. Sanırım o günlerdi, Nilgün’ün annesi (Perihan Marmara) aradı; ‘Gülseli (İnal) Nilgün’ün günlüklerini bastırmak istiyor’ dedi. Annesinin acısı çok tazeydi. Yani Nilgün’ün her şeyinin yayımlanmasını istiyordu. Ama bu vasiyetine aykırıydı. Ben de ‘Vasiyetinde daktiloya çekilmişleri bastırabilirsin diyor, bu vasiyetine aykırı’ dedim. Bir de bunlar günlüktü yani çok özel şeyler… O yüzden ‘Basmayalım, buna taraftar değilim’ dedim. Ama ikna etmeye çalıştı. ‘Ben yine de doğru bulmuyorum’ dedim.
Bunun üzerine bana ‘İçinde hoşlanmayacağın şeyler mi var?’ dedi. Oysa günlükleri hiç okumamıştım bile… Bu gücü kendimde bir türlü bulamıyordum. Ama o ısrar edince günlükleri annesine verdim. Keşke fotokopilerini çektirip verseydim. Ama ‘Bir şeyler mi sakladı’ demesinler diye orijinalleri verdim. Annesi de Gülseli İnal’a verdi. Bir süre sonra da kitap Telos Yayınevi’den çıktı.”
Marmara ’ nın kendi içinde yaşadığı bu depresif duygular onu bu dünyadan bir iz bırakıp gitmesi zannımca. Marmara ’ nın en sevdiğim şiirlerini ve metinini buraya iliştiriyorum. 🙂
ÖYLE GÜZELSİN Kİ KUŞ KOYSUNLAR YOLUNA
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“Öyle güzelsin ki
kuş koysunlar yoluna”
bir çocuk demiş.
BANA DOĞRU GELEN KİM?
YA DA
ŞİMDİKİ ZAMANDA BİR MOBİL,
BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS
Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yok edilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş. Her an, hoşgeldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duyargalarımla. Sarkıyorum tavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme karşın – lal rengi, çivit mavisi ve sarı – ve onların yan anlamlarını – tutku, dinginlik ve ölüm – kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi – bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.
Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam, nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra…
Şimdilik hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın, sürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip geçinceye ve “Bana doğru giden kim?” in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!