Musa Cevat Şakir; bir Osmanlı sadrazamı torunu mu? Robert Koleji, Oxford mezunu bir entelektüel mi? Baba katili mi? Vatan haini mi? Modern Heredot mu? Bunlardan hiçbiri mi bunların hepsi mi?
Dönemin köklü ailelerinden Şakir Paşa ailesinin bir parçası olarak 1890 yılının Nisan ayında dünyaya gelmiş. Annesinin o gece rüyasında Musa peygamberi görmesi üzerine Musa, amcasının ve babasının isminden ötürü Cevat Şakir denmiş adına. Babasının Girit büyükelçisi görevi dolayısıyla Ege denizin diğer kıyısında geçmiş çocukluğu. Sonra da Büyükada. Deniz onun hayatının ayrılmaz bir parçası. Her ne kadar denizci olmak istese de ailesinin ısrarı üzerine Oxford Üniversitesi’ne düşmüş yolu. “Yakın Çağlar Tarihi” bölümünü okurken modern çağa Heredot masalları anlatacağı aklına gelir miydi bilinmez.
Türkiye’ye döndüğünde yaşadığı çiftlikte çıkan bir tartışmada onun silahından çıkan kurşun babasını hayattan koparıyor. Bu suçu nedeniyle 15 yıllık kürek çekme cezasının 7. yılında verem hastalığına yakalanmasıyla tahliye ediliyor. Gazete ve dergilere yazılar yazıyor kahramanımız fakat bir yazısı istiklal mahkemesince cezalandırılıyor. Bodruma sürgün ediliyor. Cevat Şakir cezasını çekmek üzere bodruma ulaştığında bunun cennete düşmekten farkı olmadığını görüyor. Tutkunu olduğu denizin başucunda dalıp dalıp hikayeler çıkarıyor. Öyküler, romanlar, şiirler, mitolojik efsaneleri kaleme alıyor. Ve biz o gün bugündür onu Halikarnas Balıkçısı adıyla tanıyoruz.
Sadece yazdıklarıyla değil yeşil tutkusuyla da Bodrum’a can veriyor. Çeşitli yerlerden getirdiği ağaçlar, çiçekler pek çok bitki türü ile güzelleştiriyor cennetini. Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi, Erol Güney, Sabahattin Ali, Samim Kocagöz, Fuat Erol Keskinoğlu ve Necati Cumalı’nı yanına çağırıp ilk “Mavi Yolculuğu” yapan da kendisi. Bunca maceranın ardından soluklanıyoruz ve oturuyoruz balıkçı babamızın dizinin dibine. Okuyacağınız hikaye “Anadolu Efsaneleri” adlı eserinden.
Efsaneler insanlığın ortak tarihidir aslında. Ve okudukça şaşarsın bambaşka kıtalardaki milletlerin benzer hikayeler anlatmasına. Dünya kocaman bir köy ya yüzyıllardan beri aynı masallarla büyüyen aynı köyün çocuklarıyız. İşte bu masallardan biri beni durup uzunca gülümseten. Bu büyük ailenin bir parçası gibi hissettiren.Tarihin ilk çağlarından bugüne ulaşan tatlı bir aşk hikayesini dinliyoruz Bodrumlu Cevat Şakir’den.
Tanrılar tanrısı Zeus ve tanrıların en kurnaz ve hızlısı sayılan oğlu Hermes eski püskü, fakir görünümlü kıyafetler giyerek ölümlülerin arasına karışmış. Phirygia (Bergama) dolaylarındaki bir kente inip kapıları çalmışlar. Tanrı misafiri olarak geldiklerini söylemişler. Fakat en zenginler bile evlerin kapısını açmamış bu zavallı konuklara. En sonunda fukara bir kulübeye varmışlar. Burada uzun yıllar sevgi ve yoksulluk içinde yaşayan Baukis ve Philemon adında karı-koca yaşarmış. Yıllarca birbirlerine hizmet ederek mutlu şekilde yaşıyorlarmış. Misafirleri içtenlikle kabul etmişler. Küçücük odanın içine yastıklarını dizip yer vermişler. Her türlü hizmette bulunmuşlar. Sofrayı elde olanla donatmışlar.
Bundan çok etkilenen Tanrılar gerçekte kim olduklarını açıklamış ve bu ihtiyar çifti de yanlarına alarak bir tepeye çıkmışlar. Geriye dönüp baktıklarında kentlerinin sular altında kaldığını fakat evlerinin olduğu yerde mermerden yüksek bir tapınak olduğunu görmüşler. Zeus bu yaşlı çifte; “Ey iyi insanlar, konukseverliğiniz armağansız kalmayacak. Dileyin benden ne dilerseniz” demiş. Çift aralarında konuştuktan sonra diledikleri şeyi iletmişler mahzunca.
“Biz bu yaşa kadar birlikte yaşadık. Özlediğimiz şu ki birimiz daha önce ölüp ötekini mezara taşımak acısını çekmesin. İkimiz de aynı anda ölelim.”
Kabul edilmiş dilekleri. Tapınağa bekçi olarak bir süre daha yaşamışlar. Vakit geldiğinde ağaç olarak tapınağın bahçesine kök salmışlar. Kabuk ağızlarını kaplamadan önce son sözleri şu olmuş birbirlerinin gözlerinin içine bakarak; “Mutlu yaşadık”
Yıllar boyunca peşinden koştuğumuz şey değil mi “mutluluk.” Oysa ne gösterişli saraylarda, ne ulaşılmaz diyarlarda. Mutluluk kök salmak hayata sevgi dolu dallarla. Geriye dönüp “mutlu yaşadık” diyebilmek yalnızca.