Sabahattin Ali’nin eserlerinde edindiği neredeyse tek konu sosyal meselelerdir. Toplumu ve Anadolu coğrafyasını çok fazla konu edinir. Adeta onun bireysel meselesi haline gelmiştir Anadolu. Ayrıca Sabahattin Ali Anadolu’nun bir çok yerinde hem görevli olarak hem de yazdıklarından dolayı hapisler ve sürgünler yaşamış ve bu nedenle Anadolu’nun bir çok yerini görme ve tanıma imkanına nail olmuştur.Anadolu coğrafyası bir melankoli coğrafyasıdır. Sabahattin Ali ise melankolik bir yazardır.
Kuyucaklı Yusuf romanına baktığımızda bu roman iç içe geçmiş iki olayı anlatır. Hem bir köy romanı hem de bir aşk romanıdır. Ayrıca köy-şehir çatışması da bu romanda ustalıkla işlenmiştir. Bu romanlar sosyolojik romanlar olarak da ele alınabilir. Çünkü toplum psikolojisini en ince ayrıntısına kadar anlatan roman bir nevi oradaki insanlarla aynı psikolojiyi yaşamamızı sağlar. Bu roman kurgu, bakış açısı,doğrudan doğruya bir gözlem olan bir roman olmamasının yanı sıra naturalize bir roman da değildir. Toplumcu-gerçekçi bir roman değil doğrudan doğruya anadolu sorununu anlatan parası olana, ideolojiye, siyasi bir güce yaslanmayan bir romandır. Romanda merkezi otoritenin taşrayla kurduğu ilişki “asker, jandarma(askeri), kaymakam(idari), savcı(hukukçu)” bu üç vasıtadır. Ve muhtar bir köyde adeta siyasi otoritenin gözü kulağıdır. Yusuf’un bu otorite karşısında baş kaldırışı aslında yeni düzene ve sorunlara başkaldırı olarak nitelendirilebilir. Yusuf için tek otorite babasıdır. Yusuf okula gitmek istemez gitmek istememesinin sebebi ise masumiyetini kaybetmek istememesidir. Yusuf’un şehre gitmesi Anadolu’ya batılılaşmanın gelmemesi için direnişin son buluşudur. Fakat Yusuf batılılaşmamak için elinden geleni yapar ve okula gitmemeye direnir. Hatta arkadaşlarından bilgi öğrenmeye çalışır. Yusuf’un direndiği ve savunduğu şey okuma yazma bilmiyor olsa da kendi karakterinden taviz vermemesidir. Eski sistem toplumu değiştirmek adına bir adım atmıyor fakat toplum içerisindeki bireyi birtakım değişmeye zorluyor.
Şehirli ve köylünün çatışmasında önümüze çıkan şey birinin okumuş diğerinin okumamış olmasıdır. Bu da aralarında sosyal bir fark oluşturmaktadır. Okuyan bilgili ve görmüş geçirmiş olurken okumayan cahil ve bağnaz olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca siyasi gücün ulaşamadığı yerlere toplum ulaşmıştır. Aslında Sabahattin Ali’nin eserlerine baktığımızda hep bir kültür çatışması görürüz. Bunun da doğu-batı çatışmasının ve batılılaşma sürecinin istenmemesinden kaynaklandığı kanaatindeyim. Batı’dan alınan hususların doğu medeniyetini arka plana bırakarak adeta benliğimizi ve kimliğimizi unutturduğu yönünde bir düşünce içerisindeyim. Kültür çatışmasının çokça var olduğu bu eserlerde en basitinden bir enstrüman üzerinden eleştiriler yapılır. Biz de ud ön planda olurken onlar da keman, piyano gibi enstrümanlar ön planda olur ve bu da kültürel bir çatışmaya sebebiyet verir. Romanlarda atlanmaması gereken bir hususta o coğrafyadaki insanların orayla bir bütün haline gelmesidir. Adeta o coğrafya ve onun dayattıklarıyla iç içe geçmişlerdir. Sanırım bu yazdıklarıma en uygun cümle “Coğrafya kaderdir.” olacaktır. Çünkü bizler doğduğumuz coğrafyayı seçme şansına sahip değiliz ve o coğrafyanın bize dayattıklarına boyun eğmek zorundayız. Dayatılan hususlar üzerinde hiç söz sahibi olamayız diyemem fakat bir çoğuna boyun eğdiğimizi belirtmek isterim. Bu yazarlarımızın hepsinin ortak noktası Anadolu coğrafyası ve insanına sahip çıkan yazarlar olmalarıdır.