70’e yakın filmle dünya sinemasına adını ‘Korkunun ve Gerilimin Kralı’ olarak yazdıran Alfred Hitchcock’ un çarpıcı bir etki yaratan filmi The Birds 1963 yılında yayınlandı. Siyah beyaz bir film oluşunun etkisiyle insanları büyük bir gerilimin içine sokan filmin renklendirilmiş versiyonunda bu gerilim ve korkunun dozunu düşüremediği kesin. Aslında gerçek bir olaydan esinlenen yönetmen Daphne du Maurier’nin 1952’de yayımladığı bir hikâyesiyle birleştirmiş bu olayı.
Film boyunca başına buyruk hareket ederek baba parasını bir saniye düşünmeden harcayabilecek bir özgürlüğe sahip olan güzel kız Melanie Daniels (Tippi Hedren) San Francisco’da kuş satan bir pet shop’a gider ve burada Mitch Brenner (Rod Taylor) adlı gizemli avukatla tanışır. Mitch kardeşi için kuş almaya geldiğinde aslında tek amacının bu değil Melanie ile tanışmak olduğunu ilerleyen dakikalarda anlarız. Bu oyuna hem sinirlenen hem de merak duygusu kabaran Melenie hislerinin peşinden Bodega Bay kasabasına gitmek için Mitch’in kız kardeşine doğum günü hediyesi olarak arayıp bulamadığı kuşları bulur ve satın alır. Melanie kuşları Mitch’in yazlık evine götürmeye karar verir. Bodega Bay kasabasındaki hayat başlarda normal görünse de bir süre sonra kasabada kuşlar enteresan bir şekilde insanlara saldırmaya başlar. Gittikçe tehlikeli hale dönen bu kuş saldırıları can ve mal kaybına sebebiyet vermeye başlayınca ilginç durum kasaba sakinlerinin aynı kafesteki kuşlar gibi evlerinde hapis kalmasına kadar gider.
Geçmişte Müslümanlık mitlerinde bulunan fil vakası olarak adlandırılan ve Fil Suresinde de geçen Hristiyanlığı yaymak ve kendi yaptırdığı mabedin ziyaretleri artsın diye Ebrehe isimli kişi kâbe’yi yıkmak amacıyla filin önderlik ettiği orduyla Mekke üzerine yürürken Allah tarafından gönderilen ebabil kuşları, taşıdığı taşlarla tüm orduyu delik deşik ederek helake sürüklemişti. Hitchcock a bir ilham kaynağı oldu mu bilinmez ama insanın kendini yüceltme ve her zaman başkalarından üstün olma çabasını Mitch’ i küçük düşürmek için Melanie’nin kasabaya kadar arkasından iz sürmesine bağlayabiliriz.
Filmin ilerleyen sahnelerinde kasabadaki restoranda karakterlerden birinin “Kuşlar neden saldırıyor?” sorusunun ardından arka planda garsonun “Kızartılmış tavuk” siparişi vermesi dikkat çekici bir ayrıntıydı. Biz onları istediğimiz zaman bir kafese kapatabiliyorsak bu da doğanın bize başkaldırısıdır diyor yönetmen açık bir şekilde. Aslında kuşların doğayı temsil ettiği barizken insanların doğaya aykırı işler yaparak doğal dengeyi bozduğu ve en sonunda cezalandırılacağı söyleniyor.
Filmin her ne kadar senaryo kurgu gibi dinamikleri olsa da adeta öğretici amaçlar güden bir belgesel gibi insanlığın hak ettiği tutumu yüzüne vurarak içimizdeki en büyük korkuya ışık tutuyor. İnsanları en çok korktuğu şey olan gerçeklerle yüzleştiriyor. Türdeşlerinin yanı sıra kan, vahşet, patlama gibi ikonografik öğeleri abartmayan, korkutmak için sadece karanlığa gerek olmadığını bize gösteren ve bütün gerilimi karakterlerin yüzündeki ifadelerle yansıtan yönetmen kuş seslerini adeta hikâyeyi destekleyici bir müzikmiş gibi kullanıyor.