Sanatın ve sanatçının insanlarda neden hayranlık uyandırdığına dair derin izler bırakan harika ayrıntılara sahip bir Nuri Bilge Ceylan filmi.
Filmin baştan sona verdiği en büyük his, yalnızlık. Bazen abartılı bazen sade ama tek ve değişmeksizin hep yalnızlığa koşma, yalnızlığın içinde debelenme hali. İnsanın her halinden kesitler bırakılmış. İki yüzlülük, kibir; fakirlik, zenginlik; gurur var, umulmadık taşın baş yarması var. Velhasıl var oğlu var.
Bence karakterler içerisinde en kendi gibi olan tek bir kişi, Aydın Bey’ in yanında dolaştırdığı ve bir nevi kahyası, uşağı, işçisi gibi kullandığı, Hidayet. Onun dışındaki herkes olduğu insan olmayı kabullenememiş, kendini kandırmaktan geri duramamış ve içten içe çürüyerek ölmekte. Sadece Hidayet kabullenmiş olanı biteni, kendini.
İnsanın kendini kabul edememesi onu ilk olarak iki yüzlülüğe iter. Daha sonrasında ise tercih ettiklerine inandıkları bir yalnızlığa sürükler. Kendini kandırma hali yıllarca sürebilir. Yüzleşmek hiçbir şartta ve zamanda kolay ve kendiliğinden olamaz. Tercih edilen yalnızlığın sebeplerinden en büyüğü, insanın kendisiyle yüzleşmesinden korkmasıdır. Kendine yakınken ve hatta kendinle başbaşa iken insan öz benliğine karşı daha çok uzaklaşabilir, kendini daha çok kandırabilir. Sanrılarına ve hayal dünyasının doğruluğuna inanır ve olmayanı oldurur; bulamadığını kendine buldurur. Ne zaman ki o insan dış uyarıcılarla tekrar bir araya gelir, işte o dış dünya yine kendisini yüzüne vurur; “sen busun! sen busun!” diyerek. İnsanlarla her temas acı bir tat bırakır ve yalnızlığa iter, ta ki gerçek bir yüzleşmeyi sağlayana kadar. Yüzleşmek rahatlatır, kabullenmek özgürleştirir.
Haluk bilginer rolünü çok iyi analiz etmiş.
Film bittiğinde kendisinin bu kısır ülkede niye boşa zaman harcadığını uzunca düşündürüyor.
Nuri Bilge Ceylan, filmin ilk bölümünde Aydın’ın davranışlarının ve tutumlarının haklı olduğunu düşündürüyor. Sonlarına doğru Aydın’ın kademe kademe saplantılarının kurbanı olduğunu ve tiyatrodan emekli olmasına rağmen rol yapmayı bırakamadığını hissettiriyor. Aydın’ın zaafı, geçmişinin çevresindekiler tarafından takdir edilmesini beklemesi.
Aydın’ın Ömer Şerif ile anısını anlattığı sahnede Haluk Bilginer’e bir kez daha hayran olmamak,elde değil.
Nuri Bilge Ceylan filmlerinde imamlar hep çok iyi analiz edilip yazılmış karakterler. Ahlat Ağacındaki imamlar olsun, Hamdi Hoca olsun çok gerçekçi.
Nuri Bilge Ceylan, hayatının bir döneminde sözleşmeli imamlık mı yaptı,
İmam hatipte mi okudu bilemiyorum ama köy imamları Rönesans tablosu gibi.
Hamdi Hocanın da filmde iki yüzü var.
Kendisinin ilk bölümde kiranın üzerine yatmak için yalakalık yapan iki yüzlü tipik bir imam olduğunu düşünürken, ikinci kısımda ailesini ayakta tutmak için ayıya dayı diyen; mücadele eden bir adam olduğunu anlıyoruz.
Film aldığı ödüllerden fazlasını hak ediyor.
Her sahnesi üzerinde uzun uzun düşündürüyor.
Dipnot: Dünya genelinde büyük saygı gören, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazanan Nuri Bilge Ceylan’a yerli hiçbir medya grubumuzun, kameralarını ona çevirmemesi, orada bulunmaması ülkemiz adına büyük bir eksiklik ve de kayıptır. Ayrıca Nuri Bilge Ceylan’ın kameralar karşısında verdiği poz, Yılmaz Güney’in 1982’de senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönettiği “Yol” filmiyle Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü alırkenki pozu gibidir. Bu dikkatlerden kaçmamış; tarihte güzel bir anı olarak yerini almasına neden olmuştur.