Uyarlama kelimesinin sanatta, sinemada karşılığı o türe özgü yeni bir bakış getirmek midir yoksa amiyane tabirle o eserin aynısını yapmak mıdır?
Sinemamızda güzel sanatları fonksiyonel anlamda çok yönlü bir şekilde kullanabilen sanatçılarımızdan Yılmaz Erdoğan, bu sefer kendi sınırlarının da dışına çıkarak yeni bir türlü karşımıza çıkıyor. Netflix’in yeni yapımlarından biri olan “Kin” filmi 8 Ekim’de gösterime girdi. Güney Kore yapımı “The Chronicles of Evil” den uyarlanan filmin senaristliğini Yılmaz Erdoğan üstlendi. Kendisini daha çok yaptığı komedi ve dram türlerindeki filmleriyle tanıdığımız Erdoğan’ı bu sefer sinemanın polisiye limanlarına yelken açarken buluyoruz. Filmi izlemeden önce senaristin farklı türlere geçiş denemelerinin ilk başta seyirciye heyecan kattığını aynı zamanda bu riski alıp cesaret gösterebilen yazarın da bu duygulardan beslendiğini söyleyebiliriz. Ancak filmi izledikten sonra asıl başarıyı kazandığın yapımların içeriklerinden çok uzak bir rota çizmenin sonuçlarını, cesaretin dönütü başarıdır şeklinde değil, alışık olmayışlığın hayal kırıklıklarıyla sonuçlanması şeklinde nitelendirebiliriz.
Victor Hugo’nun: “İyi olmak kolaydır zor olan adil olmaktır.” Sözü filmi genel ölçüde çevrelemektedir. Dürüstlük abidesi olarak bilinen Başkomiser Harun Çeliktan, yılın en başarılı polisi ödülüne layık görülür. Bu ödülü alırken yüzünde beliren gururun ve hafif tebessümün kaynağının ilerde başına getireceği şeylerden habersizdir. Kutlama gecesinden sonra taksiyle yola koyulan Harun, taksiciyle yaşadığı tartışma sonucu onu öldürmek zorunda kalır. Ödülden sonra terfiye hazırlanan başkomiser, bu olayın doğurabileceği sonuçları bildiğinden cinayeti örtbas eder. Olayın sabahında Emniyet Müdürlüğünün karşısındaki inşaat vincinde maktül asılı halde bulunur. Beklemediği görüntüyle karşılaşan Harun için işler iyice kötüye gitmeye başlamıştır. Olayın hareketli sıcağında Emniyet Müdürü Cevat (Ahmet Mümtaz Taylan) ile Harun arasındaki konuşma, 2010 yapımı Ejder Kapanı filmiyle benzerlikler taşımaktadır. O filmdeki Sırrı Süreyya Önder ve Uğur Yücel arasındaki diyaloglar, katilin içlerinden birinin olması, direk-vinç ikilemiyle cinayetleri yansıtma gibi birçok ortak özellikleriyle göze çarpmaktadır. Her ne kadar bu yönleriyle birleşseler de oyunculuk yönünden keskin bir ayrım içerisindedirler. Kin filmindeki oyunculuklarda yapılan edimlerin karakterlere tam yansıtılmasını beklerdim. Bir kötü kadın düşünün ki; emniyetin karşısındaki inşaat vincine ceset asabilecek kadar korkusuz ve gaddar olabilecek ama tüm bu olayları oyunculukla özdeşleştiremeyecek. İntikam için kinini diri tutacak ama hikayedeki mantıksal hatalarla duyguları absürt gözükecek. Diğer yandan da abisinin küçükken sebep olduğu olaydan sonra akıl ve mantık arasında mukayese kurmayıp, beni dinlemediniz bahanesiyle sırf vicdanındaki kara lekeyi temizlemek için kine dönüştürdüğü bir haklı çıkma tutarsızlığı ile karşılaşacağız.
Filmi genel bir şekilde değerlendirecek olursak baş ve orta kısmındaki hikayenin heyecanlı ve sürükleyici olduğunu, son kısmında ise bu safhaya gelene kadar yaşanan olayların bağlamsal anlamda örtüşmediğini söyleyebiliriz. Filmin kamera arkasını teknik açıdan inceleyecek olursak, yönetim kısmındaki başarıyı söylemekte fayda var. Görüntü yönetmeni ve ışık ekibinin taksi sahnesindeki kırmızı- mavi ışık kullanımının dengeli bir şekilde yapması hoş bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte gerek aksiyon sahneleri olsun gerek mekansal açıdan çeşitlilik olsun gerek de sahnelere özgü ses ve müzik kullanımı olsun, yönetmen ve diğer kamera arkası görevlileriyle başarıyla yansıtılmıştır.
Radyocu Deli Emin’i “Vizontele” ile bizle tanıştıran Erdoğan, Başkomiser Harun Çeliktan’ı “Kin”le bize ulaştırabilecek mi?