Hayatta karşılaştığımız insanları ne kadar tanıyoruz? Yaptığımız yorumların duyulmaması içimizi rahatlatıyor mu? Olduğumuz bedende mutlu muyuz?
Bahsedeceğim film, 2018 çıkışlı, yönetmenliğini Lukas Dhont’un gerçekleştirdiği, 15 yaşındaki bir kadının erkek bedenine hapsolmuş halini ve kendisiyle olan savaşını anlatıyor.
Tek hayali balerin olmak olan Lara, ülkesindeki en iyi dans okullarından birine kabul ediliyor. Bunun yanı sıra kullandığı hormonlar sebebiyle vücudunda istediği değişikliklerin bir türlü gerçekleşmediğini görüyor. Cinsiyet değiştirme ameliyatına hazırlık dönemi oldukça yorucu ve sıkıcı. Hem fiziksel hem de ruhsal açıdan oldukça yıpranıyor. Çevresi onu her haliyle kabul etse de Lara’nın içinde bulunduğu durum ve sabırsızlığı onu izleyenlerin istemediği sona ulaştırıyor.
Bu sebeple Lara, işleri biraz hızlandırıyor ve filmimiz burada bitiyor.
Trans bireylerin kötü yorumlar aldığı, şiddete hatta ölüme maruz kaldığı bu dünyada filmde gösterilen unsurlar biraz gerçek dışı biraz pembe gelmişti. Filmin ilerleyen kısımlarında, Lara’nın aslında dış dünyayla değil kendi iç dünyasıyla olan karmaşayı izledik ve anlatılmak isteneni içimizde hissettik.
Yaşadığı bölge sebebiyle Lara kimlik arayışından dolayı hor görülmüyor. Hatta filmde öyle bir babaya sahip ki örnek alınması gereken türden. Lara konuşmuyor ama hisleri, bakışları onu gayet iyi anlamasını sağlıyor. Bu karakteri ütopik hale getirmek gerçekten üzücü olur çünkü aslında olması gerekenleri izledik.
Bir ergenin problemlerine, kimlik arayışını da eklerseniz başrolün kaldıramayacağından fazla yükü olduğunu anlayabilirsiniz. Filmde savaş, hayatta kalma mücadelesi görmüyoruz. Önemli kısım da bu, bunaltı görüyoruz ve sahip olabileceği en mükemmel, en sahiplenici çevrede bile kendini öteki hisseden bir insanın hayatını..
İyi seyirler..