Kayıp kıta dendiği zaman aklımıza ilk olarak Atlantis gelir. Peki ya Mu? Bu yazımızda Mu kıtasının gizemini ele aldık.
Mu kıtasının varlığından ilk olarak 1920’de, James Churchward bahsetmiştir. Churchward, Pasifik Okyanusu’nda Mu kıtası adında bir batık kıtanın var olduğunu iddia etmiş ve Mu’yu konu alan beş cilt yayınlamıştır. Bazı Antik metinlerin – özellikle de Naacal tabletlerinin – Mu kıtasından bahsettiğini ve bu şekilde bu batık kıtadan haberdar olduğunu söylemiştir Churchward. Churchward’ın yaptığı okuma ve tercümeleriyle, ilk insanın bu kıtada iki milyon yıl önce ortaya çıktığı, buradaki uygarlığın çok gelişmiş olduğu, öyle ki uçak benzeri araçlar yaptıklarını ileri sürmüş ve üçgen formunda yapılan piramitleri ilk inşa edenlerinde Mu’lular olduğunu iddia etmiştir. Bunun yanında Mu’lular, psişik ve kozmik yeteneklere de sahipti. Telepati, altıncı his, üçüncü göz konusunda oldukça güçlü olan Mu’lular, iletişim için yalnızca beyin güçlerini kullanıyordu. Peki bu uygarlığa ne olmuştu? Varlığı gibi yokluğu da efsaneleşti.
Meksika’daki Theotihuacan Palenk Mabedi Piramidi’nin duvarında iddiaya göre şöyle yazıyordu;
“6 Kaan yılı, Zak ayı II Maluk günü başlayan korkunç yer sarsıntısı, 13 Şuen’e kadar devam etti. Mu kıtası felakete kurban gitti. Mu ülkesi iki kere kalktıktan sonra bir gece çöktü, üstünü sular kapladı. Toprak birkaç defa havaya kalktı ve oturdu. Felaket 64 milyon insanın ölümüne sebep oldu.”
Bu felaketi bazıları Nuh tufanı ile benzeştirdi. Bu felaketten kurtulanlar ise kültürlerini taşıyıp, gittikleri yerlere yerleştirdi, yeni bir uygarlık kurdu. Mu kıtasından bahseden tek ve ilk kişi de Churchward değildi. Fakat Mu kıtasına ait kesin kanıtlar da yoktu. Churchward’ın bahsettiği tabletlere ait de bir kanıt yoktu. Churchward ile birlikte Mu’nun gizemleri de gömüldü.
Atatürk ve Mu Kıtası
Mustafa Kemal Atatürk araştırmayı, kitap okumayı severdi. Özel kitaplığındaki 4289 kitabın 862’si tarihle ilgiliydi. Tarihe ayrı bir ilgisi vardı. Atatürk okuduğu kitaplar sonucunda, Türk tarihinin Osmanlı’dan ibaret olmadığını, Türklerin ilk ana yurdunun Orta Asya olduğunu ve hatta bu kadar zengin kültürü olan bir toplumun Orta Asya’dan da önce bir yerde yaşamış olması gerektiğini düşünüyordu. Bir yanda da, Türklerin uygarlık değerlerinden yoksun, ikinci sınıf, “sarı” bir ırk olduğunu söyleyen Batılı tarihçilere karşı, Türklerin “ari” bir ırk olduğunu ispatlamak üzere bir tez çalışmasına girişti: Türk Tarih Tezi. Türklerin yaptığı göçler ile yayıldığı ve Sümerlerin, Hititlerin, Mısırlıların, Etrüsklerin Türk kökenli olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Zaten o dönemde kurulan iki bankada Sümerbank ve Etibank adlarıyla kurulmuştu. Bunun yanında bir de Güneş Dil Teorisi vardı. Tüm dillerin kaynağı Türkçe olabilir miydi? Bu amaçlarla da Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurulmuştu.
Atatürk, Aztek, Maya, kayıp Mu kıtası ile ilgili kitaplar okumuş ve Tahsin Bey’i -Soyadı Kanunu ile Atatürk tarafından kendisine Mayatepek soyadı verilmiştir- Meksika’ya gönderip Türkler ile Mayalar arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmasını istemiştir. Tahsin Bey yaptığı araştırmalar sonucunda Maya ve Türk dili arasındaki benzerlikleri, kullanılan benzer kelimeleri listeleyerek Atatürk’e rapor etmiştir. Atatürk yaptığı okumalarda Maya dili üzerinde durmuş, bu dillerin Mu kıtasından doğup, yayılmış olduğunu anlatan bölümlerin altını çizmiştir. Eğer Maya uygarlığı, Mu kıtasından doğdu ise Türklerin ilk anayurdu da Mu kıtası olabilir miydi? Aynı zamanda Atatürk yaptığı araştırmalarda Mu ve Uygur alfabesinin ortak özellikleri olduğuna inanmıştı. Son yıllarını bu konuları araştırmakla geçen Ulu Önder’in yaptığı araştırmalar sonucunda kesin bir şey söylemek mümkün olmasa da, o bu zengin kültürün daha eski olduğuna ve ilk uygarlıklardan olabileceğine inandı. Fakat burada önemle belirtmemiz gereken bir şey vardır ki, bunu ırkçılık ya da yayılmacılık amacıyla yapmamıştı.
Not: Konu ile ilgili detaylı bilgi edinmek isterseniz, yazımızda da yararlandığımız Sinan Meydan’ın “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu” adlı eserine başvurabilirsiniz.