Onu serinin ilk filmlerinde huysuz, kötü biri olarak yorumladı kimimiz. Kimimiz ise o eylemlerin altında yatan içli yanı fark etti, sonraki filmleri seyrettiğinde de bunu önceden fark ettiği için kendi kendisiyle gurur duydu.
Perdeler aralandıkça seyirciyi en çok şaşırtan geçmiş sahibinin Severus Snape karakteri olduğunu düşünen bir tek ben değilimdir sanırım. 🙂 Harry Potter’a olan tavırlarından başta her ne kadar rahatsız olsak da dökülen tabulardan anlıyoruz ki Potter’a faydası en çok olan karakterlerden birisi de yine o… Buna rağmen, Potter ile olan diyaloglarında sanki içinde bir şeyle boğuşuyormuş yahut bir şeye karşı hazımsızlık çekiyormuş havası var. Bu da yine fark edilen ayrıntılardan bir diğeri. Şüpheci ve hayli mantıksal. Diğer karakterlere nazaran siyah yahut beyaz değil, -tabii başlarda :)- o tam bir gri!
Felsefe Taşı’nda:
Pratik zekası sayesinde Quirrell’in planlarını, koridorlara troller saldığını, Quidditch maçı sırasında Harry’nin süpürgesini efsunladığını fark etmişti. Bunun üzerine Snape, Quirrell’ın karşısına dikilmişti ancak işin sonunda Harry Potter ve arkadaşları tüm övgüleri toplarken, tüm bu süreç boyunca Snape suçlanan kişi konumuna koyulmuştu.
Sırlar Odası’nda:
Muhteşem eğitim yöntemleri ile Harry ve Hermione’in iki konuda ustalaşmalarına ön ayak oluyordu. Çok Özlü İksir ve Expelliarmus. Diğer bazı büyücülerin yaptığı gibi Snape, Hogwarts’taki yıllarını ilginin odak noktası olmaya çalışarak geçirmemişti ama ne hikmetse yine “kötü” anılmasa da -diğer karakterlerin eylemlerinden- kötü hissettirilen o olmuştu.
Azkaban Tutsağı’nda:
Bu filmde Snape, bir nevi geçmişten gelen karakterler ile yüzleşiyor diyebiliriz. Bunlar: Sirius Black, Remus Lupin, Peter Pettigrew. Bir de Snape’in gençlik yıllarını darmaduman eden, hayatının aşkı Lily ile evlenen -ocağına incir ağacı diken(!)- James Potter gerçeği. Perdeler biraz daha aralandı, dediğinizi duyar gibiyim. 🙂
Ateş Kadehi’nde:
Hogwarts, Üç Büyücü Turnuvası şerefine kutlamalar yaparken, büyük balık şüphesiz ki Snape’in avuçlarına doğru gidiyordu.
Ölüm Yiyen olduğu günler onu tekrar ele geçirmek için geri dönerken, Karanlık İşaret -onu Karanlık Lord’a bağlayan damga- günden güne daha çok dile getiriliyordu. Snape’in en büyük korkusu, Üç Büyücü Turnuvasının, bağlı olduğu Karanlık Lord’un geri dönüşünü gizleyen bir plan olmasının ortaya çıkması ile gerçekleşiyordu. Hikaye, Dumbledore’un isteği üzerine son derece tehlikeli ve gizli bir görev ile Snape için burada sekteye uğruyordu; tekrar Ölüm Yiyenlerin arasına karışmalı ve iki taraflı oynayan bir ajan olmalıydı; tabii bu da yanlış anlaşılmasına engel olacak bir şey değildi, aksine!
Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda:
Dumbledore Snape’e şimdi başka bir görev daha veriyordu, belki de Snape’in şimdiye kadarki en büyük görevi; Harry Potter ile zaman geçirmek. Ona zihinbend ve zihin efendiliğini; özellikle Lord Voldemort’un Harry’in aklına sızmasını engellemeyi öğretecekti. Ve de yine kimseye yaranamayacaktı! Sanki her şey onun başının altından çıkıyormuşçasına… 🙂
“J.K Rowling’in üzerinde en çok düşündüğü karakter kim” diye bir soruyla karşılaşsam şüphesiz ki “Severus” derdim. Güçlü ama örtük bir karakter. Öne çıkarılmayan ama aslında her zaman eylemleriyle önde yer alan karakter. Sadık ve fedakar. Duygusuz görünümü veren ama en içe dönük karakter.
Bunca yanlış anlaşılmaya rağmen, aşık olduğu kadının oğlunun karşısında durmasına rağmen, sürekli ön yargıyla karşılaşmasına rağmen, her şeyden önce içsel çatışmalarına rağmen yaptığı ve yapacağı şeyler hakkında böbürlenmemiş; kendine ve duygularına her ne şekilde olursa olsun yön vermeyi başarabilmiş; fedakarlığını karşısında Lily’in oğlu bile olsa sürdürmüştür. Hal böyle iken serinin olaylar silsilesinin kalbinin Snape olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Belki de serinin asıl yıldızı Potter değil de Severus‘tur, ne dersiniz?