“Benim bildiğimi herkes bilebilir, yüreğim ise bir tek bende var”
J. W. von Goethe
İnce ruhlu, asil huylu, sanata eğilimleri olan Werther bir köye gelir. Daha ilk saniyeden farklı biri olduğunu anlarız; suyun başında insanlarla saygı ve sevgi dolu konuşur, çocukları sever, doğaya hayrandır. Her anında hayata ve insana duyduğu sevgi görülür. Werther sevmeye hazırdır; arzuları şahlanmış, gözleri güzellikleri görmeye programlanmıştır. Geldiği sosyo-ekonomik statü köyün insanlarından çok daha farklı ve insanların tepkilerine bakarsak yüksek iken, Werther etrafına bu filtreyle bakmamayı tercih eder. Goethe’nin dünyanın gelmiş geçmiş en zeki insanlarından biri olduğunu* göz önünde bulundurursak, Werther’in farkındalık düzeyi de bizi şaşırmayacaktır. Werther çevresindeki insanları çok iyi anlar, analiz eder ve en önemlisi acılarını/arzularını hisseder. Hatta bu konuda üstün bir yeteneğe sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tüm bunlarla beraber (ya da bunlara rağmen) çevresine, onu olduğu gibi kabul etmeye hazır bir gözle bakar; bir yandan da çevresindekilerin kendisi gibi olmadığının farkındadır. Ne insanlar ne de toplumsal düzen Werher’in kendi olmasına ya da onun gibilere izin vermektedir:
“Nazik genç adam! Sevmek insanca bir şey, ancak sevmeyi bilmek lazım! Zamanını böl, bir kısmını çalışmaya ayır, boş zamanını sevgiline!” Bunu yapan işe yarar bir genç olur, ancak o zaman aşk bitmiş olur, eğer sanatçıysa da sanatı. Ey dostlar! Deha seli niçin bu kadar ender akar, sular niçin bu kadar ender kabarır ve şaşkın ruhumuzu sarsar?
Werther’in arzuları uyanmıştır. Şimdi ihtiyacı olan tek şey, bu arzularının tutunacağı nesnedir.
Charlotte, köyde güzelliği ve sevecenliğiyle bilinen genç bir kızdır. Saraydan gelen Albert’in nişanlısıdır ve kardeşlerine bakarak günlerini geçirir. Werther, zaten tüm güzellikleri görmeye, takdir etmeye, kabul etmeye ve sevmeye odaklı haliyle, hemen Lotte’ye âşık olur. Tutkuları her geçen gün onu esir alacaktır.
Burada ilginç olan Werther gibi analitik becerileri çok yüksek, birçok ekonomik imkana da sahip birinin kendini bu tutkuya tamamen bırakmasıdır. Paraşütsüz uçaktan atlayan bir “görev adamı” gibi kendini seve seve tutkuları için feda eder, yaşamaya değer bir hayatın böyle sürmesi gerektiğini düşünür. Resmi görevleri ya da “el alem ne der” gibi tabuları iç dünyasının dışında bırakır; zaten onları hiçbir zaman tam içselleştirmemiştir. Tüm bunlar olurken halihazırda nişanlı olan Lotte, bu ve daha sonra belirtilecek başka sebeplerden dolayı onun aşkına karşılık veremez. Zaten pek de ince ruhlu olmayan insanlar için bile son derece acı bu durum Werther’i bir karabasana sürükler.
Lotte, normal bir köydeki “normal” bir kızdır. Statükoyu kabul eder, Albert’le evlenir, çocuklara bakar, diğer görevlerini yerine getirir. Bunları kendi seçimleri olduğu için değil yapmaz, aksine kendi seçimlerini babasına/topluma/adi olmayan bir takım başka toplumsal olgulara bırakmıştır, bu düzenin içinde rahattır. Kitabın sonuna kadar Werther’den çok daha huzurlu olduğu şu getirmez bir gerçektir- Werther gibi günlerini perişanlıkla geçirmek yerine günlük işleriyle ilgilenen, sevgi ve ilgi odağı bir
genç kadındır. Fakat sonlara doğru Werther’in cesareti ve tutkusu onun da başını döndürür, ona bazı sorular sordurtur. Bu adam kimdir ki? Nasıl birdenbire belirip onun sadece kitaplarda görüp duyduğu duyguları kendisine yöneltmiştir? Her şeyden önce, Lotte’nin, Werther’in cesaretinden korktuğu bir gerçek. Kendisi tüm hayatını, hatta düşüncelerini, seçeceği ve seçeceği adamı bile kendi dışında sebeplerle belirlerken Werther, bir insana en acı veren duyguları yaşamaktan, hissetmekten, dillendirmekten zerre korkmaz.
Sonunda, Lotte’yle öpüştüklerinde Werther, geçici de olsa bir zafer elde etmiş görünür. Ama Werther bu öpücükle bazı gerçekleri anlar- Lotte, istese de ona istediği karşılığı verebilecek biri değildir. Doğası gereği Werther gibi tutkulu olamaz, onun gibi cesaretle hareket edemez, hatta düşünemez. Werther artık çektiği acıların sonunun gelmesinin imkânsız olduğunu anlar ve intihar etmeye karar verir.
Lotte’nin hayatı da asla eskisi gibi olmayacaktır. Werther’in yarattığı rüzgârdan etkilenmiştir- artık evliliği dahil her şeyi sorgulamaya başlar. Bu sorguyla beraber Albert’e, Werthwer’le öpüşmesi hakkında yalan söylemesiyle de aralarına bir uzaklık girer. Bu ilişki zaten çok sağlam temellere oturmuş bir ilişki değildir, şartlar bu iki kişiyi bir araya getirmiştir. Albert genç ve geleceği parlak, sarayla bağlantıları olan bir gençtir. Lotte ise güzel, ailesi Albert’e uygun, görevlerine sadık ağır başlı bir kadın. İkisinin de mülayim karakteri bu şartlarla birleşince bir yola girilir- tutku, aşk gibi kavranlar onlardan uzaktır. Kitap süresince birbirlerine hep nazik davranırlar, fakat mutlu bir evlilik için bu kadarı yeterli midir? Goethe, ilişkinin bu yönünü gözler önüne sererek kişiler arası gerçek yakınlık olmadıkça ilişkinin de kırılgan olacağını bize sezdiriyor.
Kapak resmi: Young Goethe in Love/ Goethe’nin İlk Aşkı adlı filmden bir kare