FURUĞ FERRUZÂD KİMDİR?
Şiirlerini görmezden gelirsek; Tahran’da doğmuş bir kadın, üstelik zamanın şartlarını düşünürsek zorlu bir karar alarak eşinden boşanmış, çocuğundan zorla koparılmış bir kadın diyerek özetler birçok kişi. Ancak varoluşunun yegane temeli şiirdir.
Şiirlerini okurken acısını, hüznünü derinden hissettiğimiz Furuğ, şiir olmasaydı ne olurdu ona?
Şairler için şiir var etme ya da var olma halidir. Furuğ kesinlikle ikinci seçeneğe dahil. Şiirlere tutunarak hayatta kalabilmeyi denemiş bir kadın. Yaşadığı bütün olaylardan güzellikler derlemiş bir kadın.
Anne olup çocuğundan zoraki ayrıldığında şiire sığındı, yıllar sonra bir çocuğu evlat edindiğinde yine şiire sığındı. Hem kendi yaralarını hem bizlerin yaralarını bazen kaşıdı tatlı tatlı, bazen de hiç beklemediğimiz yerden pansuman yaptı.
Hangi kavramlar vardır Furuğ’un dizelerinde?
Sevgi ve nefret, karanlık ve aydınlık, uysallık ve hırçınlık, olgunluk ve çocukluk…
Karşıt duygular arasında gidip gelir sürekli, kimi zaman ise alaysı bir pervasızlığa bürünür. Edebiyatın çok bilinmeyenli denklemi, dili acılaştıkça dünyanın gerçeklerine de o denli yakınlaşır. İçindekileri dışarıya vururken tek amacı parçaları tamamlamak, dünyayla bütünleşmektir. Çünkü ona göre ruh ancak böyle huzur bulabilir. Şiirlerinde bunu hissetsek dâhi yaşadığı süreçte huzur ona pek uğramamıştır. Mürekkep lekeriyle dolu hayatı bir kaza ile son bulmuştur. Rıza Berahani, Furuğ’u anlattığı bir yazısında ” Kendi ölümünü hemen hemen kendisi belirledi.” der. Üstelik kardeşi Feri’ye yazdığı son mektubunda şöyle der; ” Ailemizde ilk ölen insan ben olacağım, sonra sıra sende, bunu biliyorum…”
Şiirlerinde sıklıkla dile getirdiği derin bir uyku diye tasvirlediği ölüm onun için huzur demekti. Bu dünyadan sessiz sakin değil, ayaklarını yere vura vura derdini anlatan, avaz avaz hüznünü bağıran bir kadın geçti; Furuğ.
”gidiyorum; yorgun, solgun, ağlamaklı
viraneme doğru
sizin şehrinizden Tanrı’ya götürüyorum
perişan ve divane gönlümü”