Zıtlıklarla dolu iç dünyası ve acı dolu yaşamına rağmen neden “Frida Kahlo” deyince akla o çiçekli ve rengarenk portreleri gelir?
İşte ölümünün 66. yılında bu sorunun cevabını bulabileceğimiz, hayal gücü bu denli sıra dışı olan ressamın iç dünyasını inceleyeceğiz.
Günümüzde güçlü bir kadın ikonu olarak karşımıza çıkan Frida Kahlo: Sanatı, yaşamı ve politik duruşu ile aynı zamanda bir direniş sembolüdür.
6 Temmuz’da Meksika dünyaya gelen ressam, doğum tarihini Meksika devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz olarak ilan eder. Modern Meksika’nın doğuşunu başlangıç kabul ederek, yaşamı boyunca da devrimci kişiliğini sürdürür. Küçük yaşta geçirmiş olduğu çocuk felci nedeniyle bir bacağı engelli kalmıştır.
Eğitim hayatında da sanat, felsefe, edebiyat gibi alanlara yönelmeyi tercih eden Frida, okuldaki anarşist bir edebiyat grubuna dahil olarak zamanla güçlü bir kişilik haline gelir. Ancak 18 yaşında okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu geçirdiği kazada, demir bir çubuk Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştır. Bu kazadan sonra hayatını demir korseler, hastane ve doktorlardan ziyade dayanılmaz bir acı ve 32 ameliyatla geçecek hatta yaşamının sonlarına doğru bir bacağını da kangren nedeniyle kaybederek sürdüreceğinden habersizdir.
“Uçmak için kanatlarım varken ayaklarıma ne gerek var ki?”
Kaza sonrası yatarak geçirmek zorunda olduğu vaktini resim çizmeye adayarak, acı ve sıkıntıyı bastırmayı yeğlemiş ve hayatı tam da buradan sonra bambaşka bir şekil almaya başlamıştır. Yatağının tavanındaki aynaya bakarak ilk oto-portresi olan “Kadife Elbiseli Otoportre”yi çizmiştir.
İki yıl sonunda yürümeye başlayan Frida Kahlo, sanat ve politikaya kaldığı yerden devam etmiş, hatta dönemin sanatçı ve sosyalist çevresiyle yakınlaşmış, sonrasında Meksika Komünist Partisine üye olmuştur. Burada edinmiş olduğu yakın bir arkadaşı sayesinde yaşamında büyük bir role sahip olan “Diego Rivera” ile tanışarak evlenmiştir. Bu oldukça fırtınalı geçecek bir evliliktir. Sağlık sorunları yüzünden çocuk sahibi olamayan Frida, bir çocuğunu da aldırmak zorunda kalmıştır.
Frida, Diego ile evli olduğu zaman zarfında birçok erkekle birlikte olur ve Diego’nun da başka kadınlarla olan ilişkilerinin farkında olmasına rağmen sessiz kalmayı tercih etmiştir. Ancak kız kardeşi olan Christina ile aldatıldığını öğrenince bunu kaldıramayacak ve evliliğini bitirecektir. Bu yaşanan olaydan sonra hislerini ise şu şekilde resmetmiştir;
“İki büyük kaza geçirdim Diego. Tramvay ve sen. En kötüsü sendin.”
Frida, sağlık sorunları nedeniyle dayanılmaz bir acı çekmekte ve bununla baş edebilmek için var gücüyle resim çizmektedir. Kendi ülkesi dışında birçok ülkede de sergiler açan ressam giderek ün kazanmıştır.
143 adet resmi olduğu söylenmektedir. Bunların yaklaşık 55 tanesi ise otoportredir. Yaşamının büyük bir bölümünü yatağının tavanındaki “Gündüzlerin ve Gecelerin Celladı” olarak adlandırdığı aynaya bakarak geçirdiğinden olmalı ki: Üzerinde ustalaşmış olduğu çokça otoportresi vardır.
Hatta Pablo Picasso’ya bile “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” dedirtmiştir.
Frida Kahlo’nun resimleri “sürrealist” nitelendirilse de o bunu reddetmiş ve resimlerinin aslında acı ve gerçekliği yansıttığını şu sözlerle dile getirmiştir:
“Benim sürrealist olduğumu düşünüyorlar fakat hiçbir zaman hayallerimi ya da kabuslarımı resmetmedim. Ben sadece kendi gerçekliğimi resmettim.”
Frida’nın gerçekliği resmetmesini örnekleyen bir hatıra daha vardır ki: En yakın arkadaşlarından birinin intiharı üzerine ondan bu kişinin ailesine “Anı” maksatlı bir tablo yapması istenir. Frida ise arkadaşını otel odasında, kendini aşağıya atmadan önce ve yüzünde intihar öncesi bir ifade ile çizer. Bu bir anne için hiç hoş olmasa da Frida, gerçekliğini burada bile konuşturmuştur.
Frida, hayatını sanata ve gerçekliğe oldukça tutkun bir şekilde geçirmiştir. İlk kişisel sergisini açtığında, yürüyemediği için yatağıyla birlikte taşınarak getirilmiştir sergiye. O her şeye rağmen direnerek yaşamıştır sanatını. Frida, tablolarındaki otobiyografik tarzını da “Kendime çok fazla zaman harcıyorum ve her şeyden daha iyi bildiğim bir konuyum.” diyerek bu direnişine borçlu olduğu en büyük şeyi kendine olan sevgisiyle açıklamıştır.
13 Temmuz 1954’te akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini vermiştir.
Başarılı bir ressam olan Frida’nın aynı zamanda politik bir geçmişi ve zıtlıklarla dolu bir yaşamı vardır;
Hem maskülen hem de feminen havası, politikayla iç içe oluşu ve koyu devrimciliği, farklı açılardan bakması, cinsel kimlik karmaşası, kendiyle hem barış hem savaş halinde olması, cesareti ve korkaklığı, acıları ve direnişi, sanatı ve egosu…
Belki de onu, “Frida Kahlo” yapan da bu zıtlıklar ve karanlığına rağmen onu renkli anımsamamızı başarmasıdır.