Emile Zola’dan Okuyalım: Nasıl Ölünür?

İnsanları birbiriyle eşit düzeye getiren şey neydi? Maneviyat mı, insan olmak mı? İkisi de değildi Zola’ya göre; ölümdü. Peki ya ölümün insanda uyandırdığı hisler silsilesi, yavanlık, acı, serzeniş ve kıvranışlar da dahil miydi bu eşitliğe? Tabii pekala. Nasıl karşılanırdı sahi, hiç gelmeyeceğini düşündüğümüz soluk benizli misafir? Sefalet, zenginlik, aç gözlülük, ince hesaplar peşinde koşmak buna engel olabilir miydi, var mıydı öyle bir kuvvet?

Zola, anlaşılır ve akıcı diliyle lafı dolandırmadan bize gerçekleri hatırlatmayı başarıyor. Akıcı ve kısa anlatımı her ne kadar işin edebi kısmını baltalasa da okumaktan pişmanlık duymayacağımız bir yaratma yer ediyor zihnimizde. İşin edebi yanı demişken şunu da belirtmiş olalım: Bu konuda onca eleştiri almasına rağmen, okura kendini okutturan bir eserden bahsediyoruz. Onu bu denli okunur kılan özelliğe birazdan geleceğiz.

“Daha önce Emile Zola’nın eserlerini okumayan biri, işe bu eserden başlarsa mutlaka diğer eserlerini de bu kitaba yansıttığı bakış açısı sayesinde okuyacaktır” deyip içeriğe değinelim biraz:

1okurgokcen

Zola, ölümü bir bakıma ekonomik ve sosyal bakımdan irdeliyor; içerisinde beş öykü bulunan eserin her bölümünde farklı bir sınıfın ölümü nasıl karşıladığını anlatıyor. Bu sınıflar, aristokrat, burjuva, esnaf, köylü ve işçi sınıfı şeklinde karşımıza çıkıyor. Her sınıfın ölüme verdiği tepkiler değişiklik gösteriyor. Örneğin aristokrat sınıfında işin daha çok gösteriş yanı kendini belli ederken, işçi sınıfında ölüm, “cenaze ihtiyaçlarına paramız yeter mi” şeklinde bizi karşılıyor. Zola, o kadar iyi ifade ediyor ki sınıflar arasındaki farkı, okuyup da etkilenmemek elde değil. Bu da onun iyi bir gözlemci olduğunu şüphesiz ki gözler önüne seriyor. Beni en çok etkileyen kısım, işçi sınıfından bir insanın çocuğunu doyuramadığında, ısıtamadığında içindeki o burukluğun tasviri olmuştu. Her sınıfın kendi içsel çatışmalarının bir portresi aslında bu kısa eser. Göz ardı ettiğimiz birçok şeyin aslında hayatımızın mihenk taşı olduğunu gösteriyor bir bakıma. İnsana sağlanmayan eşitlik, ölürken de sağlanır mıydı? Bunun cevabını bulmaya çalışıyor işte Zola.

Sahi, ölüm nedir? Bir kopuş mu, başlangıç mı, kurtuluş mu?

“Daha da ağırlaşan sefalet, rüzgarla birlikte çatıdaki ve penceredeki deliklerden odaya dolar gibiydi sanki.”

“İçlerinde, cimriliği ve parası çalınacak korkusuyla, ölmüş anneleri uyanmıştı. Para ölümü zehirlerse,ölümden bir tek öfke çıkar.Tabutların üzerinde insanlar dövüşür.”

“Evet, ihtiyar tek bir uzvunu oynatmadan ölmüştü. Son nefesini vermişti, geniş kırlarda bir soluk daha. Gizlenen ve kaderine boyun eğen hayvanlar gibi tek bir komşuyu bile rahatsız etmemiş, kendi başına ölüvermişti.”

sf.44