“İnsanın ruhuna üflenmediği zamanlarda göğüslerine yerleştirilen nefesin varlığına iman etmişlerdi.“
Elini göğe uzattı. Savurgan bir iki damlanın ıslattığı avuç içlerine konan öpücükler gibiydi mavi göğe uzanışı. Ellerine öpücükler konduran o adamı hatırladı, göğüs kafesinde sakladığı nefesi, merhametten çatlayan ellerini, dünyanın henüz yaratılmadığı zamanlardan beri aşina olduğu o yüzü anımsadı. Dünyanın henüz var edilmediği zamanlarda tanışmışlardı, kervanların aşamadığı yolları arşınlamış, dillerin dönmediği anlarda zamansızlık yemini etmişlerdi.
Elini toprağa uzattı. Toprağın eliyle raksını izledi. İnsanın çamurdan yaratıldığı zamanlardan beri aşina olduğu o gözleri anımsadı. Dünyanın bütün renkleri nasıl renk olunur bu gözlerden öğrenmişlerdi, bütün acılar nasıl acı olunur, bütün gözyaşları nasıl gözyaşı olunur bu gözlerde bilmişlerdi. Hiç kimsenin rüya görmediği zamanlarda aynı rüyayı görmüşler, insan yutan balçıkların orta yerine kurdukları kumdan kaleleri kendilerine ev bellemişler, insanın ruhuna üflenmediği zamanlarda göğüslerine yerleştirilen nefesin varlığına iman etmişlerdi.