Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar; yıllarca süren o savaş.
Yıllardan 1923, nüfus 13 milyondu. Postane yoktu, okul yoktu, traktör yoktu, ekmeklik un bile ithaldi. Hayvanlar hasta, insanlar hastaydı. Verem, tifüs salgını vardı. Dünyaya gelen 3 bebekten ikisi ölüyor, ortalama ömür ise 40 yılı aşmıyordu. Yanmış bina sayısı 115 bindi komple kül edilen köy sayısı binin üzerindeydi.
Osmanlı’dan ayakta kala kala 4 fabrika kalmıştı. Sanayide motor yoktu. Kişi başı düşen milli gelir yok denilecek kadar azdı. Sığınacak akraba yoktu. Kadın insan değildi, meslek hakkı yoktu, velayet hakkı yoktu, boşanma hakkı yoktu. Seçme seçilme hakkı yoktu, eşit ücret hakkı yoktu, kızlık soyadını kullanma hakkı yoktu.
Memleketin yarısı hicri takvim kullanıyordu diğer yarısı Rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin şubatı kimisinin aralığına denk geliyordu herkes aynı zaman dilimindeydi ama farklı aylarda yaşıyordu.
Dirhem okka vardı ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu ne de uzunluğumuz. Ölçülerimiz bile orta çağda kalmıştı. Bu topraklara kitaplar gelene kadar Avrupa kat gömlek üzerimizde kalmıştı. Erkeklerin yüzde dördü okuma yazma bilirken kadınların binde biri okuma yazma biliyordu. Başkentte sadece iki lise vardı. Öğretmenlerin öğretmenlik eğitimi yoktu. Medreseden hallice üniversiteler vardı. Memleket dünyadan bir hayli geride kalmıştı.
Kaderin bizim kuşağa yükü müydü tüm bunlar yoksa üzerimizde ölü toprağı mı vardı?
İşte o sabah 29 Ekim sabahı ise bir umut doğdu memlekete, özgürlüğün aydınlığı mı yoksa güneşin aydınlığı mı karıştırılırdı. Umudun ta kendisi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde gelen askerimin bakışıydı o aydınlık. 4 yıl yol bekleyen anaların kavuşma sevinciydi o aydınlık. Memleketimin kurtuluşuydu o aydınlık.
Bayrakla süslenen o tabutların acısı dinmeden, dönmesi beklenen körpecik delikanlıların hiç biri dönmeden, bağrına evlat yerine taş basmış taşı da beğenmemiş vatanı basmış anaların gözyaşının bedeliydi bu aydınlık. İlk kez bir ekimde yaprak dökmemiş, küllerimizden yeniden doğmuştuk.
Özgürlük bir yandan galibiyet diğer yandan ne de güzel gülümsüyorlardı ülkemin dört bir yanından. Anca böyle bir sonla sızlamazdı şehidimin kemikleri, anca böyle bir ışıkla aydınlanırdı memleketimin o güzel havası. Cumhuriyet bizimdi artık, şimdi ilelebet yüceltmeye sözümüz vardı. Dur durak bilmeden akan deli kanımız vardı. Vakit, yaşanan, yaşanmayan her şeyin ukdesini alma vaktiydi. Cumhuriyet’i payidar kılarak bir ömür boyu el üstünde tutma vaktiydi.
Yıllardan 2021, Cumhuriyet ilk günkü heyecanı ile ama gün be gün ilerleyen sağlam adımlarla, Cumhuriyet 98. Yaşında ama hala gençliğinin baharında. Kalbimiz yitirdiklerimizin yanında gözümüz elde edemediğimiz okunmamış kitaplarda. Ufkumuz ise kendimizden önce hep bir adım ilerde.
Günümüzde ise özgürlüğü iliklerimize kadar yaşayarak, yokların içinden çıkmış bir ülke olarak varlıklarımızı çoğaltıp yerinde hiç saymadan ilerleyerek ve yine yeniden diyoruz “CUMHURİYET İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR”.