Çocuk Gözünden Mültecilik Olgusu: Francessa Sanna- Yolculuk Örneği
“Belki, bir gün, aynı bu kuşlar gibi, biz de yeni bir yuva buluruz.
Hikayemize baştan başlayabileceğimiz güvenli bir yuva…”
Hemen her gün, mülteciliğin “mağdur olma” boyutuna sıkıştırılan çocuklara ilişkin haberler görüyoruz ancak onların mahrum kaldığı temel haklardan ve hizmetlerden, canlarına mal olan ihmallerden ve gerçek yolculuklarından hiç bahsetmiyoruz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, vatansızlık hallerini önlemeye yönelik maddelerin varlığına rağmen; savaş nedeniyle, çeşitli terör örgütlerine/tarikatlara katılmaya zorlanan, çocuklarına güvenli bir gelecek sağlamak isteyen milyonlarca insan ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Her terk edişle birlikte ise, farklı bir yolculuk öyküsü ortaya çıkıyor.
Francesca Sanna’nın “Yolculuk” adlı kitabı da, kurgusunu farklı ülkelerdeki mülteci kamplarında yaptığı görüşmeler ve bu kamplardan topladığı “göç hikayeleri” üzerine ördüğü güçlü ve gerçek bir yolculuk öyküsü. Sanna, öykü anlatmanın başlı başına güçlü ve politik bir araç olduğunu söylüyor; mülteci kamplarında karşılaştıkları üzerine kendisine hep “Ya bu benim hikayem olsaydı?” diye sorduğu için okura da kitap boyunca aynı soruyu duyumsatmaya çalışıyor: Ya bu senin hikayen olsaydı?
“Yolculuk”, hangi coğrafyada ve ne zaman geçtiği, nereden nereye göç edildiği belli olmayan; savaşın her çocuk ve her coğrafya için ortak yıkıcılığı olduğunu duyumsatan bir kitap. Bir çocuğun, ülkelerinden kaçmak zorunda kalmadan önce, hafta sonu tatillerini ailesiyle kumsalda kale yaparak, kitap okuyarak geçirebildiğini anlatmasıyla başlar öykü; bu çocuk, okura “Aslında biz aynıyız.” derken, beklemedikleri bir şekilde hayatlarının sonsuza kadar değiştiğini de ekler. İlerleyen sayfalarda; savaşın başlamasıyla, dünyanın bütün ışıkları söndürülüyor gibi hissettiğini söyler. Çocuğun ağzından dökülen “Ve bir gün savaş babamı aldı.” tümcesiyle beraber simsiyah olan sayfa rengi ise; yazarın mülteci kamplarındaki görüşmeleri için yaptığı “son derece kısa cümleler, uzun sessizliklerle dolu sohbetler” betimlemesini destekler. Kitapta yer alan çizimlerin metni anlamlandırmaya katkısı bununla sınırlı değildir. Çocuk, ormanda saklanmak zorunda kaldıkları sırada çok korktuğunu söyler, “Ama annem bizimle beraberdi ve azıcık bile korkmuş görünmüyordu.” dedikten sonra da annesinin göğsüne yaslanıp uyuyakalır. Anne ise gözyaşları içinde çocuklarına sarılır halde çizilmiştir. Metin ve çizim arasındaki zıtlık, öyküye derinlik katar. Kitap ilerledikçe karanlık ve ürkütücü çizimlerin varlığı da devam eder, ta ki bu uzun yolculuğun sonunda, güvenli bir yuva bulmak isteyen göçmen kuşlarla karşılaşıncaya dek…
Çocuk kitaplarında hassas konuların işlenmesine ilişkin farklı görüşler yer almaktadır. Bu durumun pedagojik açıdan doğru olmadığını dile getirenler olduğu gibi; çocuklar şiddetten, ölümden, öteki olma halinden izole bir dünyada yaşamadıkları için, çocuğa bunları baş edilemez birer olgu olarak tanıtmak yerine, çocuğun öyküyle özdeşim kurmasını sağlayarak ona bunların mücadele edilebilirliğini göstermesi bakımından doğal bir gereklilik olduğunu savunanlar da vardır.
Göç ve mülteciliğe çocuk gözünden bir pencere açan bu kitabın öncelikli vurgusu bir yolculuk macerası gibi gözükür ancak adaletsizliğin ve siyasi çıkarların ortaya çıkardığı ağır ve acımasız koşullar altında ezilen, korkan, kalbi kırılan ama umudunu kaybetmeyen anlatıcı, her okura farklı bir mesaj verir. Sanna’nın “Yolculuk” öyküsüne benzer iletideki kitaplar çocuk okurun özdeşim kurmasını, bunu başardığında ise, edebiyat sayesinde, farklı hayatlar olduğunu duyumsamasını sağlar. Mülteci çocukların bu yapıtlarla buluşturulması onlara “Sen yalnız değilsin.” diyerek teselli verir, yaşadıklarını edebiyat sayesinde paylaşma, belki de biraz olsun hafifletme imkanı sunar. Göç ve mültecilik olgularını çocuk bakış açısıyla işleyen bu kitapların, yetişkin okur içinse toplumbilimsel bir anlatı niteliğinde olduğu söylenir. Olay örgüsü ve metni destekleyen çizimleriyle etkili bir farkındalık örneği oluşturan “Yolculuk”, kimileri için, sınır geçmek zorunda olmadan göç edebilen kuşlarınki kadar güvenli bir yuva bulma umuduyla devam ederken; kimileri ise kendine şu soruyu sormadan edemez: “Ya bu benim hikayem olsaydı?”