Sanat, farklı kollarıyla yüzyıllar boyu gelişimiyle hala canlılığını korumaya devam etmektedir. Bu yazıda ise “Çağdaş Sanat” adı altında farklı kaynaklardan derlediğim bilgilerle birlikte Çağdaş Sanatı anlamaya çalışacağız.
Dünyanın sanatsal haritasına şöyle bir göz attığımızda, sanatsal açıdan yaratıcı ve akılda kalmayı devam eden bölgelerin, yani batı ülkeleri olduğunu görmekteyiz. Asya, binlerce yıl formların ortaya çıktığı değerli bir kaynak olarak gösterilirken önemini kaybetmiştir. Bu yozlaşmanın tek suçlusunu Avrupa sömürgeciliğine yükleyemeyiz. Aslında geniş ölçüme sahip olan Çin ülkesi de sanatsal deha bakımından, komşularından daha az yoksul değildir. Batının çağdaş plastik sanatlarına canlı bir ilgi duyan Asya bölgesi Japonya’dır; bununla birlikte bu alana pek katkısı olduğu söylenemez. Japonya, batının mekanik uygarlığını, bilerek benimsemiş ve Japonlar, batı düşüncesine büyük bir yakınlık içerisindeyken, Asya’nın geri kalanı kendi rüyalarıyla birlikte yaşamayı sürdürmüşlerdir.
Picasso, Kadın Başı, Özel Koleksiyon.
Şöyle ki bilimin sanat için öldürücü etkileri olduğu fakat, sanat çok sınırlı bir şekilde tanımlandığında kabul edilebilir kıvama gelmektedir. İnsan ruhu çok yönlü olduğu için belli bir zamanda, olgular alanında olduğu gibi sanat ve fikir alanında da fark yaratabilir. Bilimsel yaratış ve sanatsal icat, çağımızda aynı yaşamsal enerjinin dile gelişleridir.
Bilimsel uygarlık, hızla gelişen bir dünyada yeni formların bir hasadını ortaya koymuştur. Teknik icatlardan kaynaklanan ve inşa yöntemlerinde ortaya çıkan devrim, taş ve ahşaba dayanan ilkel oranlar sona ermiştir. Eski ve yeni arasında olan çatışmanın burada da hakim olduğunu sanatın mimari açısından da görmekteyiz. Betonarme ya da demirli betonun daha geniş mekanları örtme olanağı yaratması, kemer ya da tonozun üzerine çöken ağırlığın ustaca kurtarılması sayesinde, mimarlığı, ortaçağ deneylere konu olmuş mekana ilişkin düşüncelere geri götürmüştür. Mimarlık ürünleri, uzun süre yatay olduktan sonra yeniden düşey hale gelmiştir. New York’un gökdelenlerinin, on üçüncü yüzyıl Fransa’sı katedrallerinin çok belirgin olan yüksekliğe ulaşma eğilimiyle rekabet ettiğini söyleyebilmekteyiz. Çağdaş mimarlık sanatı, çelik ve betonarme kullanarak, akademik kurallara tepki göstermesi konusunda ortaçağdan birçok ders aldığını görmekteyiz.
Modern estetiğin yaratıcıları, kendilerini put kırıcılar olarak görmüşler ve fovlar ile kübistlerin savaş çığlığı, “Müzeleri depoya kaldırın” ifadesi olmuştur. Ortalığın dağıtılıp yıkılmasından önce kundakçılar, kendinden önceki kişilerin eserlerine göz atıp zevklenmek için müzelere bakıyorlardı. Raffaello ve Rubens’in eserlerini küçümseyerek bir yana itiyor gibi görünseler de buna karşıt olarak, Çin’e Eski Yunanistan’a, ortaçağ roman sanatına, Kolomböncesi Amerikan ve hatta siyahi sanatına tutkuyla ilgi duyuyorlardı. Eleştirmenler de bu konuda ressamlarla rekabet ediyordu ve hiçbir sanat, kendini haklı çıkarmak için, cinnet olarak görülen bu modern sanattan daha fazla, geçmişe göndermeler yapmamıştı. Bu geçmiş hiç şüphesiz klasik antikçağ geçmişi değildi; çünkü sanat, Avrupa’nın dört yüzyıl önce benimsemiş olduğu estetiğin tahrip edilmesi üzerinde temelleniyordu. Çağdaş sanatın yaptığı yaptığı göndermeler, hem orta çağın gerçekçilikle hiçbir sınırlanmamış olan formel yaratış dehasına hem de halk sanatına yönelikti (r. 630).
Gabon’dan Bir Heykel, Özel Koleksiyon.
Modern dünyanın, gerçek sanatsal formların değerini, başka bir dönemin ve hatta estetik analiz konusunda çok keskinliği olan Song dönemi Çin’inin bile başaramadığı bir şekilde keşfetmiş olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Formların dili, kendine özgü söz dağarcığı ile bilgiçlik dolu bir dil haline gelmiş ve sanat tarihçileri, bu ölü dil üzerinde kafa yorup durmuşlardır. Fovlar ve kübistler, “katıksız” sanat eserini yaratmak ve onu canlı bir dil haline getirmek amacını gütmüşlerdir.
Matisse, İşlemeli Bluz, 1945, Özel Koleksiyon (Fovizm).
Karşıt bir akım, sanat eserinin, geçmişte olduğunun tersine bir konuyu dile getirerek değil, modern tarzda sadece formun ifadeleriyle insan tutkularını dile getirmeyi savundu. Çağdaş psikoloji, insan zihninin akıl dışı bir yapısı olduğunu ortaya koyarak, bazı sanatçıların yani gerçeküstücülerin, simgesel işleyişi bakımından ortaçağa bazı şeyler borçlu olan yeni bir imge üslubu yaratmalarına yol açmıştır.
Rouault, Kadın Başı, Özel Koleksiyon, (Dışavurumculuk).
Paris okulu, (Ecole de Paris) berrak Fransız dehasının, hepsi de soyut ve derin düşüncelere dayanan akımların (fovizm, kübizm ve gerçeküstücülük) yaratılmasında kendini göstermesiyle, üç grup sanatçının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Öte yandan, Slav ve Alman ülkelerinin başlıca katkısı olan dışavurumculuk, daha heyecan dolu ve tutkulu bir temel edinmiştir. Modern zamanların en kötü trajedilerin her zaman ilk oynandığı sahne olmasına rağmen Fransa, düşüncenin, bütün öteki insan etkinliklerinden daha üstün olduğu inancından kaynaklanan birlik duygusunu benimsemekten ve sürdürmekten hiçbir zaman geri kalmamıştır.
Dışavurumculuk, fovizmden de kübizmden de daha fazla içgüdüsel bir sanat formuydu ve insanın mizacının sonsuz çeşitlenmelerini dile getirmeye elverişliydi. Bundan ötürü de Paris okulunun kurulmasıyla, yirminci yüzyıl sanatının başlıca olayı olan ve özellikle Kuzey Avrupa ülkeleri için büyük önem taşıyan ulusal sanat okullarının canlanmasında önemli bir rol oynamıştır.