“Ulak”, Çağan Irmak’ın yazıp yönettiği, bünyesinde ünlü oyuncuları barındıran 2008 yapımlı film. Çetin Tekindor, Hümeyra, Melis Birkan, Cemil Hünal, Şerif Sezer bir arada. Filmin başlarında “Babam ve Oğlum”u düşünmeden ve ardından “Issız Adam”ı anmadan edemiyorsunuz. Çocuk oyuncuların başarılı performansları ise göz yaşartıcı. Özellikle Yağız Atakan Savaş’ın oynadığı çocuk Ferhat’ın kanının ve gözyaşının gerçekçiliği tartışılamaz.
“Babam ve Oğlum”da anlayışsızlığın sonucunda yaşanan pişmanlığı, “Issız Adam”da modern insanın çırpınışlarını ve daha nicesini izleyiciye sunan Çağan Irmak’ın “Ulak”ı, yapımlarının en cesuru denebilir. Zira içinde birçok farklı dini sembol, mistik anlatım, birleştirici mesaj bulunmaktadır.
Film, zaman ve mekan belirtilmeksizin, köy köy dolaşıp çocuklara Ulak İbrah’im hikayesini anlatan bir gezgini konu edinir. Gittiği yeni köy ise kahvecinin oğlu Ömer’in dediğine göre diğer köylerden farklıdır. Buradaki yetişkinler, çocukların masallar dinlemesine müsaade etmezler, türlü türlü günahlar işlenir.
Esma, Havva adındaki kızını satmakta ve tüm köy buna göz yummaktadır. Film boyunca karakterlerin isimleri ve olay örgüsü üzerinden hissettirilen sembolik anlatım havası, bu kısımda da kendini gösterir. Havva isminin kullanılmasının sebebi, dini hikayelerde anlatıldığı üzere yaratılan ilk kadın olan Havva’nın şeytan tarafından günaha itilmiş oluşunun hatırlatılması şeklinde yorumlanabilir. Tüm bu çıkarımlar elbette oldukça öznel yorumlar olmaktan öteye gidemezler, çünkü filmin tamamı izleyicinin anlayışının özgünlüğüne izin verir.
Masalsı anlatımlara, fantastik ögelere rağbet etmeyen izleyiciyi bile içine çekebilecek bir hikayeye ev sahipliği yapıyor “Ulak”. Zira filmin başından anlatmayı bitirmediği masalı hakkında “Sonunu bilmeyenden korkar insan.” diyen Zekeriya, izleyiciyi, filmi yarım bırakmamaya mecbur bırakıyor. Fakat bu kısımda, sürekli tekrarlanan çarpıcı ifadelerin bir süre sonra bayağılaştığını söylemeden geçemeyeceğim. Anlaşılan; mesaj iyice işlensin, akıllara kazınsın istenmiş fakat fikrin biraz daha gömülü kalması sanki filmin havasına daha uygun düşerdi dedirtiyor.
Ulak’ın neye benzediğine dair sorduğu sorunun, ne kadar insan varsa o kadar cevabı olduğunu da ifade eden Zekeriya, aslında filmin daha başından ana fikri ortaya sermiştir denebilir. Masaldaki Ulak, haince öldürülen insanın ruhuna sonradan sahip olup katillerden hesap soran, kötüyü kovan bir tür kahraman. Sonlara doğru anlayacağımız üzere Ulak; Zekeriya’nın, nam-ı diğer Hekim’in, katledilen oğlunun intikamını masallarda da olsa almak için yarattığı bir karakter. Zekeriya, Ulak’ın kişiye göre değişken olduğunu söylerken, kötücülü ortadan kaldıran etkenin kişiye, duruma, zamana, mekana göre değişebilirliğini ortaya koyar. Hikayede aniden belirip seslice hesap soran güçlü bir adamken gerçekte somut bir karşılığı yoktur nitekim.
Köyde sözü geçen, çocuk Ferhat’ın da babası olan kötücül adamdan kurtulmak için Ulak’ı beklemeye başlayan Ferhat, en sonunda babasından yediği sağlam bir tokatla yere düşüp bayıldığında babasını bir telaş kaplar. Evlat katili olmaktan mı korkmuştur, oğlu için gerçekten endişelenmiş midir bilinmez ama o an için, tıpkı masalda Ulak’ın haddini bildirdiği katil gibi gözleri büyür, içindeki kötü onu anlık da olsa terk eder. Öyle ki cinci diye etiketlendirdiği Hekim Zekeriya’nın gerçekten hekim olduğunu o saniye kabul eder ve oğlunu Hekim’in kollarına bırakır. Kötü babası ve Ulak bekleyen Ferhat için, o anda, o yerde Ulak denen kurtarıcının ölüm korkusu olmadığını kim iddia edebilir ki? Ulak, Ferhat için gelmiştir işte, babasını korkutup gözlerini açtırmıştır.
Bu bağlamda, filmin yüzeysel mesajının hayal kurup ona inanmanın önemi olduğu söylenebilir. Çocuklar bir kurtarıcıya inanmış, bu şekilde kötüye kötü, iyiye iyi deme cesaretini gösterebilmişlerdir. Hekim’in masalında doğruyu savundukları için katledilen beş gencin devamlı tekrarladıkları cümleyi yaşatan çocuklar var etmiştir Hekim’in masalı:
Oğlunun ve ona inanıp kitabını çoğaltan arkadaşlarının katlinin intikamını alan Ulak’ı kafasında yaratan Hekim, kimilerince acınası bir durum içerisinde olabilir. Belki bazı izleyiciler için bu basit bir avuntu, hayatta kalma yöntemi de olabilir. Oysa dilde de olsa, yalnızca köy köy gezen bir gezginin çocuklara anlattığı masalda da olsa, kötünün cezasını çekmesi yararlı sonuçlar doğurmaz mı? Bu masallara inanan çocukları doğrunun savunuculuğuna yöneltmez mi? Öznel yorumlar deryası filmin ana fikri de bu şekilde kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir.
Gelelim filmin içindeki masala. Masal öylesine fantastik ögeler içeriyor ki bunu, seyirciyi bunaltmadan ve rahatsız edici bir his doğurmadan yansıtmak zor. Çünkü yabancı yapımlarda gördüğümüz gibi yazarın kafasında oluşturulmuş yaratıklar yok; dini hikayelerden aşina olduğumuz gibi köyün helak olması durumu var, öldürülen beş gencin ruhlarının katilleriyle hesaplaşması var. Oyunculuklar etkileyici olsa da, performansın kamera karşısında sergilendiği göz ardı edilmiş gibi görünüyor. Zira tekrarlanan sloganik ifadeler ve atılan nutuklar fazlasıyla tiyatral kalmış. Hatta bazı sahnelerde amatör hava buram buram sezdiriliyor. Fakat şans eseri mi, yoksa bilinçli mi bilinmez; bu durumun filmin genel havasına uyduğunu söylemek yanlış olmaz.
Hem masaldaki hem de genel hikayedeki ifadeler ve anlatımlar tüm inanç farklılıklarına hitap edebilmeyi hedeflemiş. Giyim Doğu’yu, ağız Ege’yi; hal hareket İslam coğrafyasını, kalıplaşmış dil kullanımı yabancı kültürü anımsatırken seyirci bir süre sonra filmdeki kimlikleri ve mekanı anlama gayretinden vazgeçiyor. Bunun sebeplerinden biri de insanların cehaletini bir yerden gözümüzün ısırması. Hangi topraklarda yaşarlarsa yaşasınlar, bu köyün bizlere ayna tuttuğu aşikar.
Masalda insanların kötülüklerine ve kutuplaştırıcı davranışlarına karşılık bir kitap yazıp arkadaşları yardımıyla çoğaltan Mehmet, elbette ki bir kişiliği temsil etmektedir. Birleştirici oluşu göz önüne alınırsa tüm peygamberleri temsilen oluşturulmuş bir karakter de olduğu varsayılabilir, yaratıcıyı temsilen somutlaştırılmış bir yazar da. Mehmet’in havarilerinden birinin ona ihanet edip köylüyü beş arkadaşa karşı kışkırtması ise şüphesiz İsa’nın hikayesini anımsatıyor. Beşinin evinin basılması ise Muhammed’in hikayesiyle örtüşmekte. Bu anlamda tek bir dinden, öğretiden yararlanılmış denmesi haksızlık olur. Çağan Irmak’ın derdinin, bir fikrin peşine düşüp belli bir kitleye hitap etmektense, aşina olduğumuz olay örgüleriyle verilen mesajı çarpıcı bir şekilde ortaya koymak oluğu besbelli.
“O şah damarınızdan daha yakındı, siz onu yedi gökte bildiniz.” diyerek haykıran beş gencin Kur’an ayetini çarpıcı şekilde ifade edişi ve “Gelin canlar bir olalım diyeni dinlemediniz, inandığınızı kendinize yontup değiştirip bellediniz.” diyerek Aleviliği de hissettirerek köylünün günahlarını yüzlerine çarpışları ise seyirciyi etkisi altına alıyor.
Masaldaki ana fikir, zannımca, gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkacak ve suçların hesabının, kim tarafından olduğu önemli olmaksızın, sorulacak olmasıdır. “Ulak”, bağlantılı iki hikaye barındıran, kişiye göre de değişebilecek farklı mesajlar içerebilen karmaşık denebilecek bir anlatı. İzleyicinin birikimine göre semboller anlam kazanabilir, ya da düşünce gücüne göre mesajlar dallanıp budaklanabilir. Ama kim olursa olsun, bu filmin izleyene diyecek bir şeyleri mutlaka olacaktır.