Jehan Barbur,.. Önce benzersiz sesiyle tanıdık onu. Sesine kulak verdiğimizde sözlerine vurulduk. Her cümle ruhumuza dokundu hayatımızın bir yerinde. Jehan Barbur denince onu sadece şarkılarıyla anmak, buğulu sesini güzellemek yetersiz kalıyor. Sanatçı olmanın varlığına yakışacak derecede derin bir insan o. Hayalinde hiç şarkılar söylemek yokken onu heyecanlandıran sadece bir şekilde sahnede olmak iken hayat onu binlerce insanın kalbine dokunan harika bir müzisyen-yazar haline getirmiş. İyi ki…
Beyrut’ta merhaba dediği hayat yolculuğunun çocukluk ve ilk gençlik süreci İskenderun’da geçiyor. Şu an sahnelerde devleşen bu güzel kadının istediği aslında sadece “kendine ait bir dünya”. O dünyanın içinde yazarak, çizerek, düşünerek hakikati arıyor. Bir şeyler yapması gerektiği doğuyor belki içine. Hikayesini, aradıklarını, bulduklarını anlatmak istiyor. Ankara’da Amerikan kültürü ve edebiyatı okusa da aklı hala hayal ettiklerinde.
Bu istek ve ısrar onu nihayet İstanbul’a taşıyor. Yoktan yaratılan bir masal onunki. Hiç kimseyi tanımadığı koca şehirde vazgeçmiyor, umutsuzluğa kapılmıyor, peşinden koşuyor aradığı hakikatin. Yazıyor, besteliyor, söylüyor yıllarca. Ve masalın iyilik perisi karşısına çıkıveriyor. Bülent Ortaçgil. Bestelerinden çok etkilenen Ortaçgil’in “Neden bir albüm yapmıyorsun ki?” teklifi Jehan Barbur’un enfes sesini, sözünü bize ulaştırıyor.
2009’da “Uyan” albümüyle merhaba diyor profesyonel müzik dünyasına. Uyan.. Güzel bir ilk albüm ismi değil mi? Aklıma Barış Manço’nun “Yar ola” parçası geliyor. Barış abi şöyle sesleniyor oradan: “Yaşam denen uykudan uyanmasını bilen yar ola” İşte bu isim böyle bir etki yaratıyor bende. Yaşam uykusundan uyandıran, aşkın, hayatın, doğanın gerçek haline davet eden bir ses bence bu albüm.
Kendisi de albümün iç kapağında bu sezgimizi doğruluyor. Uyku konusunda şu satırları kaleme alıyor;
Her uyku tek gecelik ölüm, her gecelik ölümün tekrarı; rüyalarla gıyabına uzattığın hayat bağları, içselliğin, geçmişin, isteklerin, istemediklerin, nüksediş, yansıyış, şekil değiştiriş, zamanın yokluğu, boşluk, kesit kargaşası, rüya, hülya…”
Hadi kulak verelim o zaman bize “uyan” diyen sözlere.
“Gidersen” diyor ilkin bir dengini yolla ama gideceksen de durma. Zaten Dünya aşkı unutmuş bir “Leyla” aynı yerde dönüp durmuş bir “hülya”. Öyleyse ne kadar tatlı da olsa “Uyan” uykundan diyor dinleyicisine. Sen uyursan kime anlatırım?
Kırılmış bir oyuncak gibi renklerin içinde “yoluma çıkma” dese de çok zor bulunan“tesadüfler” bizi karşı karşıya getiriyor yeniden. Şermin’in beklediği pencere pervazında buluşuyoruz yeniden. Hayata “geç kalmış Şermin’in yerinde” bir kadının yalnızlığına, hüznüne, bekleyişlerine ortak oluyoruz. “Öylesine” yaşayıp giderken Jehan Barbur’un tatlı melodileri ne güzel süslüyor uzadıkça uzayan yolumuzu. Sonsuz bir tekrar içinde “Her Görüşte Yeniden Aşk”ı buluyoruz. Yorgunluktan mı bu halimiz bilinmez. Dağınıklıktan mı yoksa? “Neden” ile içimizde biriktirdiğimiz tüm sorular cana geliyor gözlerimizin buğusuna tutunup akıyor yanaklarımızdan. “Biraz senle biraz kendimle” geçen zamanın ardından ilk albüm sona eriyor.
Ertesi yıl 2010. Uyandığımız “Hayat”a açılıyor bu kez kapılar. Jehan Barbur’un ikinci stüdyo albümü. Hayat dolu bir şarkıyla başlıyor “Haasunay” Bu neşeli girişle keyifleniyoruz. “Küçük Kadınlar” küçük adamlarız aslında hepimiz koca dünya içinde. Birlikte büyüyeceğiz. Ne güzel ki küçük bir kadının şarkıları eşliğinde. Büyürken öğreneceğiz “Öfke”lerden uzaklaşacağız sağımızdan da kalksak solumuzdan da. “Seni Seviyorum” diyeceğiz doya doya.
“Hangisi Sen?” diye soruyor bize sevgili Jehan sonra. Afallıyoruz. Sakladıklarımız, olduklarımız, göründüklerimiz… Kör bir düğümün içinde buluveriyoruz kendimizi. Haklıydı bu soruyu sormakta. Sonuçta hepimiz “Miş” li hayatlar kuruyor onları yaşıyor değil miyiz? İçimizdeki renkleri görebilmek için böyle güzel insanların ışığına ihtiyaç duyuyoruz. Ve sen, ben, o, onlar kavgasından uyanıp “hepimiz insanmışız” gerçeğine varıyoruz. “Ey Hayat” öğrendik işte büyük sırrını Jehan Barbur sayesinde
Tüm ihtmallerimiz dile geliyor “Düzelebilirdim” ile. Boğulurken yüklerimiz altında konuşabilir, anlayabilir, delirebilir ya da değişebilirdik. “Hayat Dayat”ırken dertlerini isyan da edebilirdik. Ama bu küçük kadın öyle güzel anlattı ki; biz onun dingin sesiyle “Rüya”ya dalmayı tercih ettik.
“Sarı” Jehan Barbur’un ilk üçleme olarak düşündüğü serinin üçüncü albümü. İlk albümün ruhunu yeniden duyuyoruz üç yıl aradan sonra. Kendimizi melodilerin akışına bıraktığımızda Jehan Barbur’un kendine ait dünyasına ışınlanıyoruz. Kendisine göre büyük masa sandalyesi, sarı püsküllü lambasının süslediği odaya duyduğu özleme ortak olduk. Gerçekten “eskiden” daha masum, daha huzurlu, daha mı güvendeydik?
“Her şey bu evde” yaşandı bitti. Aşkın en kuvvetli hali de güzel duyguların sözlerle vurulması da… “Belki” eskilerde kaldı masallar ama biz biliyoruz ki büyük sevdalar hala var.
Cahit Berkay’ın efsaneleşmiş film müziklerinden biri olan “Kırık Bir Aşk Hikayesi”ne yazdığı sözlerle süsleyişi de aynı albümde. Jehan Barbur’un film tadındaki şiirlerinin kült filmlere ses oluşuna ilk şahitliğimiz değil bu. Aylar sonra onu daha geniş kitlelerin tanımasını sağlayacak “Selvi Boylum Al Yazmalım” ile vuracak kalbimizden. Şimdilik kırık bir aşk hikayesi dinliyoruz onun sesinden. “Of” ismini duyunca kederlere gark olacağımız bir şarkı gelecek sanıyoruz. Fakat kıpır kıpır ritimlerle dans ediyoruz birdenbire. “Derdim yok, derdim çok of!” “Körebe” oynuyor sanki bizimle Jehan. Bir mahalle arkası hikayesine çağırıyor önce sonra bir duvarın üzerine. Halimizden şikayetçi değiliz. “Dinle” diyor dinliyoruz o ne derse. Durma avaz avaz bağır diyor; onunla birlikte haykırıyoruz içimizde ne varsa. Çünkü Jehan bizim hikayemizi anlatıyor. Bu hissimizi doğrularcasına bir röportajında şöyle açıklıyor yazdıklarını;
İnsan, her ne kadar kendi için yazsa da, “n’olur birileri de aynı şeyi yaşıyor olsun” diye yazıyor.
Aynı şeyleri yaşadığı binlerle avaz avaz şarkılarını söylüyor yıllardır.
Bu albümde yer alan bir başka şarkıdan bahsetmezsek olmaz. Bu masalın iyilik perisini hatırladık mı? İşte; Bülent Ortaçgil’in “Dalyan Deltası” Jehan’ın berrak sesiyle akıp gidiyor kulaklarımızda. Birlikte büyümek istediği “Güzel Adam”ın türküsünün henüz 20 yaşındayken yaşandığı magazinsel bilgisini de araya sıkıştırıp “Sarı” şiirine kulak verelim çağdaş kadın ozanımızın.
Yeri gelmişken çağdaş kadın ozanı deyişinin telifinin kendisinde olduğunu da öğrendik sahi. Birgün gazetesine verdiği röportajda bu durumu şöyle açıklıyor
..Caz şarkıcısı tanımından kurtulamıyordum. Bu ülkede caz müziği yapan önemli isimlere de haksızlık oluyordu bu durum. On fırın ekmek yemem gerek caz sanatçısı olmam için; neyse… Ben de çağdaş kadın ozan geleneği minvalinde bir tanım attım ortaya. Gazetelere, televizyon programlarına röportaj öncesi biyografimi bu şekilde yolladım. Böylece bu güzel kervan büyüdü. İyi ki de kent ozan diye adlandırılabiliyoruz ben ve bir sürü güzel kadın şarkıcı
Ne güzel de büyüdü iyi ki de büyüdü bu kervan. Biz de onların türküsüne meftun olmuş takip etmedeyiz bu güzel kadın ozanları an be an.
Ozanlık Jehan Barbur’un özünde var olan en önemli olgu zaten. kendisi de şöyle açıklıyor;
Benim özüm şiir zaten. Ben her şarkım şiir. Ben 14 yaşından beri yazıyorum. Ben ilk yazarak başladım her şeye. Şarkıcılık hasbelkader… Benim hayata bakışım yazmak ve şiir
14 yaşından beri biriken satırlar, dizeler “Çatıdaki Çimenler-Sen’e Yazılar” adıyla sevenleriyle buluştu. Ve önce sesine hayran olduğumuz küçük kadının aslını, şairliğini yazarlığını tanıdık. İyi ki de.. Biz notalarla dans eden kelimeleriyle büyülenirken bu kez kağıtlara akıttığı gönül damlalarıyla mest etti bizi.
“Sizler Hiç Yokken” başlığıyla merhaba diyor 2014 yılında piyasaya çıkan dördüncü stüdyo albümü. “Ellerinde Kelimeler“i bırakıveriyor rüzgarla. Bize kelebek misali sağa sola uçuşan manaları yakalamak kalıyor. Bir varmış bir yokmuşlu masallar dinliyoruz dingin sesinden. Dön dön dolaşıp en başa gelsek de “yollar” bizim nasıl olsa. Üstelik sadece “Dünya Bugün” yarın değil mi? O dönem ortaya çıkan “Gök taşı marduk dünyaya çarpacak ve sonumuz gelecek” söylentileri üzerine Jehan Barbur şunları söylüyor; “Değişen bir şey olmadı sadece dünya artık daha karanlık.” Sonra bizler hiç yokken olan biteni “ardışık” şekilde anlatmaya devam ediyor. Usulca kendimizi bulma umuduyla “Kendimize biraz zaman veriyoruz.” Bir düşünelim gerçekten en son ne zaman yürüdük huzurun şehrinde? Aşık olmalı, yıpranmalı, anlatmalı. Bu yaz bir durup dinlenmeli.
Bu topraklara yer etmiş melodilere harika hikayeler yazmaya tüm hızıyla devam ediyor sevgili Jehan. “Naz Barı”nı bir de onun yüreğinden seslerle dinleyin. Sanki hep biliyormuşçasına, bu türküyle büyümüşçesine büyülü bir etki bırakıyor. Bu arada çok sevdiği “Can” babasına da bu albümde bir selam gönderiyor. Eminiz ki şarkılarını uzaktan duyuyor ve müthiş gururlanıyordur. Gözleri nemli kız çocuğu sonrasında başka babaların öykülerinin peşine düşüyor.
2017 Eylülünde “Baba Öyküler” ile kalemi kuvvetli bir yazar, içli bir şairden başka sıkı bir araştırmacı, dopdolu bir röportör olarak çıkıyor karşımıza. Ali Nesin, Sevinç Erbulak, Bülent Ortaçgil, Nebil Özgentürk ve 16 özel çocuk daha babalarını anlatıyor bu kitapta. Doğrusu,yanlışı, anıları, acıları, pişmanlıkları her birimizden bir parça bulduğu birbirinden müthiş yirmi baba öykü kendi babalarımızı anmak, geleceğin anne-babaları olarak ilham almak için başucu kitabı oluyor basıldığı anda.
Şarkılarla devam edelim yolumuza. “Evim Neresi” sorgusuyla geliyor bu kez. Jehan Barbur bu albümü yeni bir ev arayışı olarak tanımlıyor. Etten hapishane olarak gördüğü bedeni içindeki arayışlarını bizimle paylaşıyor. Albümde fısıldadığı cevap ise eşsiz;
Seçemediğim bir bedenin yabancısıyım; kabulümdür
Onu ihya etmeden buradan gitmemektir dileğim
Yeryüzünden öte yoktur başka bildiğim , ama çoktur anımsadığım
Bu ruha aşinayım; zulmümdür
Onu ehlileştirmeden yok olmamaktır hayalim
Anamla babamdır evim
Evimdir; anamla babam!
Şarkılarımsa.. bahanesidir..yaşamanın..
“Yeni Hayat”a çağırıyor bizi. Böyle bir davete hayır demek mümkün değil elbet. Elinden tutup yalanlardan uzak, şehirlere inat temiz günlerin olduğu büyülü dünyanın içine giriyoruz. “Ama Nafile” değişebilirdik, delirebilirdik. Yine de delirmiyor ve “Hayde” bir İstanbul türküsü tutturuyoruz. Yeri geliyor savruluyor, yeri geliyor anlatıyor, yeri geliyor dinliyoruz. Ama henüz “Yeri gelmedi” diyor Jehan. Peki diyoruz. Kendine kendini inandırması için hesap sormaz düşlere dalıyoruz. “Aşk” bir yerden bulur bizi nasıl olsa. Biz Jehan’ın sesiyle “Uç”alım Asya’nın sevdasına.
“Selvi Boylum Al Yazmalım” Efsane bir aşk hikayesi, muazzam oyunculuklarla kalbimize işlemiş sahneler, curanın tınlamasını duyar duymaz hayalimizde yola çıktığımız dağlar… Bu şekilde üzerine başka bir şey konulamaz denilen bir bütün halindeyken Durun diyor Jehan Barbur benim de söyleyecek sözüm var. Ve öyle sözler yazıyor ki Cahit Berkay’ın unutulmaz melodisine “şimdi tamam” diyoruz böylece. Sevginin en saf hali sözlere bürünüyor. Bize yüreğimiz titreyerek dinlemek kalıyor
Aynı yıl “Sevmediğim Atlaslar” kitabıyla şair kimliğiyle okurlarıyla buluşuyor yeniden. Kendisiyle ilgili çok şey anlattığını söylüyor dostu Yekta Kopan’a. Her şeyi anlatırım ben diyor. Ama zaten;
Anlatmayacaksam neden yaşıyorum. Yaşadıklarımı anlatmak mirasım gibi
Söz konusu mirasın emanetçileri olarak büyük mutluluk aynı zamanda sorumluluk hissediyoruz. Anlatılanları yeterince anlamak, okumak ve duyurmak zorundayız. Can kulağımızla dinlemeye devam edelim öyleyse.
“Kuzgun’u Uçmak” Dört şarkılık bir EP olarak yayınlanan albümde iki bestenin yanında iki yorum yer alıyor. Cem Karaca’nın bugünün insanlarının sevgisiz, saygısız, otomatik hayatlarına karşı attığı “kirlenmiş çığlık“ı ondan dinlemeye doyamadık. “Korkma” dedi bize tüm cesaretiyle. Korkmadık. Tüm haksızlıklara karşı ta içimizden bir çığlık da biz kopardık.
Son olarak bu toprakların yüzyıllık seslerini “Ürkerek söylüyor” sevgili Jehan Barbur. Defalarca dinlediğimiz türküler onunla bir kat daha güzelleşiyor. Her biri yeniden cana geliyor hüzünle, umutla, coşkuyla. Çok değerli kültür adamı Yekta Kopanla söyleşisinde albümde seslendirdiği türkülerin her birinin hikayesini anlatıyor tek tek. Her sesin bile altında derin bir alt metin oluşundan bahsediyor. Böylesi bir incelik ancak onun gibi naif bir insandan beklenebilirdi zaten
Jehan Barbur bu müzikal temponun yanında yazarlık-şairlik kimliğinden de mahrum bırakmıyor bizleri. “Sevmediğim Atlaslar” ve “Düğüm Ağacı” bu dönemde yayınlanmış şiir kitapları. 2019 Ekim ayında “Uyumsuza Notlar-Bir Tomris Uyar Kitabı” adıyla yeni bir araştırma-deneme çalışması yayınladı. Okuduğum en özel kitaplardan biriydi bu. Hiçbirine benzemeyen. Tomris Uyar’ın pek anlatılmayan hayatı, sanatsal kişiliği, kendine notları ve bunlara paralel olarak Jehan’ın iç dökümleri. İki uyumsuzun notları müthiş bir uyumla okurlarına hediye edilmiş.
İşte bu da bir Jehan Barbur yazısı. Her rengiyle yıllardır hayatımızda. Bazen şarkılarıyla, bazen yazdıklarıyla, bazen dizeleriyle hissettiği ne varsa olduğu gibi içtenlikle anlatıyor. Bizler de dinliyor, okuyor, her hissini paylaşıyor, anlamaya çalışıyoruz. İyi ki varsın Jehan, sen hep anlat bize hep şarkılar söyle, hep yaz… Çünkü hayat güzel şarkılar söyledikçe hafifliyor, arınıyor. Çünkü hayat Jehan Barbur’un varlığıyla güzelleşiyor.