(Boşluk)
Hayattaki en acımasız süreç; Kaybettiğin varlığın zamansızlığa doğru giderken içine bıraktığı tarifsiz acı, müthiş bir boşluk. Her şeyin anlamını yitirmesi, neden veya nasıl sorularına cevap bulamamak, ağlayamamak, gülememek ve öylece durmak.
“Herkes boşlukta olduğunu söyler, boşluk olduğunu ise çok az kişi fark eder. Varlığı anlamlı kılan boş olan tarafıdır; Kabın boşluğu dolar, evin boş yerlerinde oturulur, dünyanın boş yerlerinde yaşanır” der Sartre.
Ölüm, herşeyi zorunlu hale getiren bir rastlantı, bütün bildiklerimize rağmen bizi hakikatın varlığında hep gafil avlayan, adı kalleş olan şey.
“Araya biraz zaman, zamanla biraz boşluk girdi mi; Kaldığın yerden devam edemezsin hiçbir an” demiş Oğuz Atay.
Gerçekten bu kadar basit mi boşluk? Edip Cansever’in “sonuçsuz, belki’li, kaygan” ve “sevilmemiş” dediği boşluğu alıp kendimizden başka herhangi bir yere gidebilir miyiz?
Boşluk rüyada gördüğüm sonsuz karanlık. Geçtiğini düşünürken bir düşte varlığına tekrar kavuştuğum, uyandığımda sadece bir rüya olduğunu farkettiğim yokluğun adı boşluk.
Boşluk, aynı zamanda hiçlik. Varolan nesneyi bildiğin, yok olanı da bilebildiğin boşluk, hiçlik ile denk kabul edilmiş.
“Boşluğuna kıyacağım ne kaldı kağıttan başka?” Haydar Ergülen
Boşluk; İnsanı içine çeken, merkezine yaklaştırdıkça parçalayan, merkezine hapsettiği zamansa kendi bünyesine dahil eden kocaman bir karadelik. Bomboş, simsiyah, ne akışkan ne hissedilebilir bir şey. Ses dalgaları yaymaz, beş duyu organıyla algılayamazsın. Gördüğünü sandığın o siyah çevre aslında kafanda yarattığın bir karadelik. Sen mi boşluğun içindesin boşluk mu kafanın içinde bilmen mümkün değil.
“Doluyum.
Bir boşluk’a karşı.
Gel derim.”
Özdemir Asaf
Değer verdiğin insanın kaybıyla ruhta bir boşluk oluşur. Bu boşluk içine işler, her nefes aldığın zaman karnında boşluğu hissedersin. Her “off” çekişinde büyür. Yemek yiyemez, nefes alamaz, kasların işlemez, eskisi kadar hızlı hareket edemezsin, gözlerin net görmez, sesler gittikçe daha da uzaklaşır. Hayatın anlamı azalır, hayallere sarılmak için ihtiyaç duyduğun gücü yitirirsin. Boşluk büyüyüp, göz bebeklerine yerleşir, bakış açını ele geçirir, gözlerin kamaşır.
“Senin uzaklığın
Benim dönüp geldiğim;
Bu kadar yalın boşluğun tanımı.”
Şükrü Erbaş
Hasan Ali Toptaş, Gölgesizler isimli romanında boşluğu şöyle anlatır;
“O zaman anlamış bütün gerçeği; ne yürüyormuş, ne duruyor. Yürüyorum dediği, durmanın ta kendisiymiş. Düş gibi bir şey yani… Koşarsın koşarsın da varamazsın hani; içindeki umut, varamadığın kadar büyür. Sen bakarsın ışıltıyla. İleriye uzanırsın (uzanmak istiyorsun yalnızca), uzandıkça da kolların uzar babam uzar… Gene de boşluğu avuçlarsın hep; düşünü düş yapan boşluğu…”
“Üstünü örttüğünüz birinin cenazesine katılmadan dünyayı anlayamazsınız” demiş Nuri Bilge Ceylan. Sonsuzluğa giden oğlum Doğa Tokuçoğlu’nun bıraktığı boşluk için yazdığım dizeler;
“senden geriye kalan boşluk
onu hiçbir üzüntü dolduramaz
hiçbir acı dayanılır kılmaz
korkunç derinliği unutturamaz
o boşluk her şeyi yok eden ürkütücü hayal
izahı mümkün olmayan keder”