Bir ceset arayışı üzerinden farklı yaşamların irdelenişi ve öz eleştiriyi mükemmel oyunculuk,ses ve görüntüyle 157 dakika süslemeyi sıkmadan başarmış bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Yılmaz Erdoğan’ın sırıtacağını düşündüğüm oyunculuğu ön yargılarımı yerle yeksan etmiş, Muhammet Uzuner ile birlikte film de en iyi performansı göstermiştir kendileri. Öte yandan Kubilay Tunçer’den, Uğur Arslanoğlu’na her biri kendi rolleri için adeta biçilmiş kaftandı.
Özellikle belirtmem gerekirse filmin başındaki terk edilmişliğin ortasındaki yılan gibi uzayan yolda alevi andırırcasına yanan araba farları,aynı farların rüzgarla birlikte dalgalanan tarla ile sevişmesi, seyirciyi hipnotize edercesine yuvarlanan elma, muhtarın kızının duruluğunun karakterleri kendileriyle hesaplaşmaya zorlaması gibi filmde bunun gibi görüntünün iki kat büyüdüğü sayısız bölüm mevcut.
Suçluluk, pişmanlık, yalnızlık, yılmışlık, kimlik arayışı gibi sayısız duygunun doğanın tüm çıplaklığıyla birlikte filme ustalıkla yedirilmesi, böylesine sade bir senaryonun 2 saatten fazla bir süre boyunca merak içinde seyirciyi koltuğa yapıştırması Nuri Bilge Ceylan’ın çıtayı bir hayli yükselttiğinin kanıtı.
Muhtar sahnesi öyle bir doğallıkla çekilmiş ki, her seferinde kendimi o sofrada lavaşın içerisine kuzu eti dürerken görüyorum. Ağzımda lokma, yavaş yavaş çiğnerken, müdahil olmadan diyaloglara dinliyorum. Hakikaten ne lezzetli etmiş diyorum, ki hiç sevmem kuzu etini. Sahne de geçen “Bazıları bunu yemiyor. Koktuğunu söylüyor. Kokar derler.” repliğindeki adamlardan biriyim ben.
Ercan Kesal için bir parantez açalım. Kendisini tanımasam o sahnede gerçekten de köyün muhtarının oynadığına düşünecektim. Adam 40 yıllık muhtar sanki.
-Demek biri ölmese bizim köye geleceğiniz yoktu ha
-O girişteki müştemilatı diyorum yıkalım. İhtiyar heyetiyle de konuştuk. Azayla da. Bir morg yapalım diyorum. Gasil hanesiyle birlikte ama. Gasil haneli bir morg.
-Göç veren bir köy.
-Gelir gelir, elektrik de gelir su da gelir. Allah can sağlığı versin.
Muhtarın çocukları hakkında bilgi verdikten hemen sonra, savcının “Senin oğlan var mı?” repliği sahnenin en vurucu yeriydi. Ne muhtarı, ne köyün dertlerini zerre umursamadığı, o anda tek derdinin aç karnını doyurmak olduğu daha güzel ifade edilemezdi.