Günümüz Türk edebiyatında hikaye ve roman türleriyle yeni nesile ışık tutan Sabahattin Ali, 41 yıllık yaşamı boyunca ağır acılar yaşamasına rağmen bunlar onu yıldırmamış aksine eserlerinin kademe kademe olgunlaşmasını sağlamıştır. Kürk Mantolu Madonna’sı, İçimizdeki Şeytan’ı, Kuyucaklı Yusuf’u ile raflardan ve hafızalardan silinmeyen eserleriyle ölümsüz yazarlar arasına adını yazdırdı.
Hayatımdaki En Büyük Acı
Hayatı süresince yaşadığı en büyük acıyı babasının kaybı olarak ifade eden Sabahattin Ali o günlerde şu cümleyi kurmuştur: “Hayatımın direği yıkıldı sandım.” Onun için babası hayatının merkezinde, çok farklı bir yere sahipti. Vefatından sonra da görseldeki satırları kaleme almıştır.
Tek Taraflı Aşk
1927 yılında ilk görev yeri Yozgat Merkezde, öğretmenlik yaptığı sıralarda başta dost olarak Nahit Hanımla tanıştı. Ardından bu muhabbet Sabahattin Ali tarafında ilerledi ve Nahit Hanım’a karşı aşka dönüştü. Artık yazdığı şiirlerde hep Nahit Hanım vardı. 1928’de Nahit Hanım için yazdığı “Bir Macera” adlı şiirini ona ithafla Serveti Fünun Dergisine gönderdi. Fakat Nahit Hanım kesinlikle reddetti ve bu aşk daima tek taraflı olarak kaldı.
Dört Duvar Hapishane ve Nazım Hikmet ile Tanışma
Yozgat’tan sonra dil eğitimi için Almanya’ya gidip 4 yıl sonra döndüğü sıralarda Aydın’da öğretmenlik yapıyordu. Bir süre sonra komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında soruşturma başlatıldı ve üç ay Aydın hapishanesinde kaldı. Üç ayın sonunda hapishaneden çıktı ve Konya’da yeniden öğretmenlik yapmaya başladı. Tam bu zamanlarda Sabahattin Ali, hikayelerini bastırmak istedi ve çaldığı kapılardan birinde Nazım Hikmet ile tanıştı. Fakat hapishane yolları onun için bir kez daha göründü. 1932’de bir toplantıda okuduğu şiiriyle Mustafa Kemal Atatürk’ü ve devlet yöneticilerini yerdiği gerekçesiyle tutuklandı. 14 ay cezaya çarptırıldı. Yine de bu tür olaylar Nazım Hikmet ile iletişimini engelleyemedi. Hatta Nazım Hikmet’in Sabahattin Ali’ye yazdığı mektupta geçen birkaç satır şöyledir:
“Hikaye ve romanda bugün sen varsın, senden sonra Kemal Tahir var, sonra Orhan Kemal var, Suat Derviş var… bugünkü durumda bu böyle. Bunun zorluklarını mesuliyetlerini gayet iyi anlıyorum. Fakat sana her zaman o kadar güvendim ve güveniyorum ki bu zorlukları yüklendiğin ağır yükün altından kalkarak yeneceğine inanıyorum. Romanını doğacak çocuğumu bekler gibi bekliyorum…”
Göreve Yeniden Atanma ve Aliye Hanım ile Evlilik
Sabahattin Ali, hapse girdikten on ay sonra af çıktı ve o da bundan yararlanarak serbest bırakıldı. Yeniden göreve atanma çabaları başladı. Fakat bu eskisi kadar kolay olmayacaktı. Devlet kapıları onun için kapanmışa benziyordu. Sabahattin Ali’de çareyi Mustafa Kemal Atatürk’e “Benim Aşkım” şiirini yazmakta buldu. Bu şiir 1934 tarihinde Varlık Dergisinin 13. sayısında yer aldı. Bir süre sonra da yeniden memurluğa alındı. Göreve atanmayı beklediği sıralarda arkadaşı Ayşe Hanım’a bir mektup yazdı ve mektubun sonunda kendisine açıkça evlenme teklifi etti. Fakat Ayşe Hanım bir sonraki yazdığı mektupta bunu şaka olarak varsaydığını söyleyerek reddetti. Göreve yeniden atanma haberi geldikten sonra evlilik konusunda aklına bu kez bir sünnet düğününde tanıştığı Aliye Hanım geldi. Aliye Hanım’a meseleden bahsettiğinde onunda gönlü olduğu anlaşıldı ve nişanlandılar. Olaylar bu seyirde ilerlerken Sabahattin Ali, Ayşe Hanım’a yazdığı yeni bir mektupta şu cümleleri kurdu: “Mühim bir havadisim var. Evleniyorum. Hatta nişanlandım bile. Sen benim gibi kelepiri kaçırdığınla kal.” Bunun ardından çift birkaç gün sonra Kadıköy Evlendirme Dairesinde evlenip, Ankara Ulus’ta bir daireye yerleştiler. 1937’de Filiz adında bir kız çocukları dünyaya geldi.
Türk Edebiyatının Markopaşa’sı
Ailesini Ankara’da bırakıp İstanbul’a gelen Sabahattin Ali, 1946’da Aziz Nesin ile beraber Markopaşa Dergisini çıkarmaya başladı. Derginin tirajları başlarda iyiydi fakat sonra mizah dergisinden çok siyasi görüş bildirdiği gerekçesiyle tartışmalara sebep oldu. Ardından dergide yayınlanan imzasız yazılar için davalar açıldı ve sorumlusu Sabahattin Ali olarak gösterildi. Fakat bu yazılar aslen Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin’e aitti. Davaların sonunda Sabahattin Ali yeniden tutulandı, cezaevine gönderildi ve dergi kapatıldı.
Henüz Mezarının Yeri Bile Belli Değil
1947 yılında serbest bırakıldıktan sonra 1948’de Edirne üzerinden kaçak olarak Bulgaristan’a geçmeyi planlayan Sabahattin Ali kendisini götüren Ali Ertekin tarafından öldürüldü ve cesedi 3 ay sonra bir çoban tarafından bulundu. İlk olarak ceset teşhis edilemedi ardından Ali Ertekin’in itirafıyla Sabahattin Ali olduğu anlaşıldı. Fakat günümüzde mezarının nerede olduğu bilinmiyor.
Geride bıraktığı öyküleriyle, romanlarıyla o hiçbir zaman ölmedi. Tüm yaşamı boyunca aklından ve kalbinden koparıp yazdıklarıyla bir Sabahattin Ali geçti bu dünyadan.