Son zamanlarda hayli popüler bir hal alıp bilim kurgu filmlerinin vazgeçilmezi haline gelen zihin aktarımı, insanların da ilgi ve merak duyduğu bir konu olarak yerini almayı başardı. Peki zihin aktarımı gerçekten de o filmlerde gördüğümüz gibi bir teknolojik alet ile kısa sürede gerçekleşip olumlu sonuç verebilir mi; yakın gelecekte böyle heyecan verici bir gelişmeyi yaşayabilir miyiz, gelin birlikte bakalım.
Öncelikle, filmlerde karşımıza çıkan bu kavramın, bir kurgu olmadığını söylemek isterim. Çünkü bu konu gerek laboratuvarlarda inceleme alanı bulan, gerek bilim insanları arasında yazılıp çizilen, tartışılan bir kavram. Tabii pekala, bu konunun tartışma alanı bulması ve eleştirilmesi bunun hayata geçtiği anlamına gelmiyor. Yine de zihnin beyinden farklı bir ortama aktarılmasına ilişkin teorilerin ortaya atılması bile zannımca bir gelişmedir. Beynin haritasını tam olarak keşfedememişken bu teorilerin tartışılması çoğu insana hayali bir eylem gibi geliyor. Ki bu savın haklılık payı da olabilir ancak beynin haritasını kolayca çıkarabilecek teknolojimizin olduğu yakın gelecekte, bu problemin de çözüme kavuşabileceğini düşünenlerdenim. Böyle bir gelişme, ölümsüzlüğe giden yolda anahtar görevi görecektir şüphesiz. Geriye yapmamız gereken sayılı şeylerden biri, beyni tarayıp kopyasını dijital ortama aktarmak olacak.
Yukarıda saydığım yöntemin dışında kalan iki yöntem daha karşılıyor bizi: Biri, zihin de dahil olmak üzere beynin her kıvrımının ve işlevinin kodlanabileceği düşüncesi. Günümüzde, beynin bilgisayarlara bağlandığı birçok çalışma gerçekleştiriliyor. Bu bağlamda, bu yöntem akılcı gelebilir ancak ve ancak şu da var ki: beynin tüm işlevlerini koda dökmek ya da beynin tespit edilen verilerden hareketle haritasını çıkarabilmek -depolamak da dahil- şu anki gerçekliğimizden çok uzak. Beynimiz sandığımız kadar basit işleyen bir organ değil. Her bir hücresini, atomlarını teker teker inceleyip anlayabilmek ve süreçteki görevlerini tespit etmek hiç kolay bir eylem değil. Bu da bu yöntemi elbette ki uzak kılıyor. Diğer yönteme değinecek olursak, o da beyni laboratuvarda fiziksel olarak incelemek ve zihnin kaynağına gitme teorisi. Beyni bıçak altında elektron mikroskobu ile inceleyip zihnin tam olarak nerede bulunduğunu tespit edebilme düşüncesi, bunun neden teori olarak kaldığını açıklar diye düşünmekteyim. Bunu gerçekleştirebilsek bile yakın gelecekte bu verileri depolayacak alanımız olabilecek mi, o da ayrı bir tartışma konusu.
Beyin haritalandırmasından bahsetmişken, Google’nin bu çalışmasını es geçmek olmazdı. Google, arama motoru olmanın ötesinde bir işe kol çemremiş görünüyor. Öyle ki, şirketin bilimsel çalışmalarla adından söz ettirmesi buna kanıt niteliğindedir. Janelia Araştırma Kampüsü ile birlikte imza atılan bu çalışmada, çeşitli hücre tipleri ve çoklu beyin bölgeleri arasında meyve sineği beyninin 25.000 nöronunun üç boyutlu modelini ortaya çıkarıldığını görüyoruz. Bir meyve sineği beyninin bile haritalandırılması bu kadar karmaşık, yorucu ve zaman alırken insan beyninin tümünün haritalandırılması hakkında yukarıdaki sözlerimi hatırlatmak isterim.
Bilim ve teknoloji, kümülatiftir. Şu an her ne kadar imkansız gibi görünse de çalışmalara hiç hız kesmeden devamlılık sağlamak, hayati önem taşımaktadır. Günümüzde internetin bile yakın geçmişte bulunduğunu hesaba katarsak bu ve bunun gibi gelişmelerin de meydana gelmesi kaçınılmazdır.
MEYDANA GELİRSE NE OLACAK?
Eğer bunu başarırsak bilim ve teknoloji şüphesiz ivme kazanacak. Bilim insanlarından tutun fikir insanlarına kadar her düşünce yılların gelip geçmesine rağmen diri kalacak ve tabiri caizse bir bedenle toprağa gömülmeyecek. Bu, aslında bakarsanız bir bakıma ölümsüzlüğün ta kendisi olarak lanse edilebilir. Ölümsüzlük kavramı yalnızca bir edebiyat, fantezi unsuru olarak görülüp romanlarda ve filmlerde yerini alsa da bir gün gerçek olup olmayacağı bilime bağlı. İnsanı biraz korkutsa ve endişelendirse de belli bir süre sonra bu durum, bizden sonraki nesiller tarafından belki de bir gereklilik olarak görülecek ve normal karşılanacak.