Babil Kitaplığı ile Kırmızı Kedi Yayınevi sayesinde tanıştım. Daha öncelerden Dost Kitabevinden çıkan bu serinin yeni baskılarını Kırmızı Kedi devralmış, iyi ki de almış. Babil Kitaplığını Jorge Luıs Borges büyük bir özveri ve özenle hazırlamış. Çeşitli yazarlardan çeşitli öyküler. Borges en beğendiği ve orijinal hikayeleri bir araya getirmiş. Normalde kitaplık 30 kitaptan oluşmakta lakin bu yazıda üç kitaba yer vereceğim, ileriyen zamanlarda tüm kitapların incelemeleri sitemizde yer alacaktır. Bu yazıda Franz Kafka – Akbaba, Robert Louis Stevenson – Sesler Adacığı ve Leon Bloy – Sevimsiz Öyküler yer alacak.
Franz Kafka – Akbaba
“Bu iki şey, hüzün ve erteleme, Kafka’yı tüketti kuşkusuz. Mutlu sayfalar kaleme almakla yetinmeyi tercih edebilirdi, ama gururu buna izin vermedi.”
Akbaba kitabı içinde birtakım hikayelerin bulunduğu eşsiz bir kitap. Adını ilk hikâyeden alıyor. İlk hikâye iki üç sayfa olmasına rağmen hikâyeyi tam olarak anlaması ilk başta güç, tam olarak anladığınızı iddia etmek zaten imkânsız. İçindeki hikayeleri okurken hayran olacaksınız. Özellikle Akbaba, Çakallar ve Araplar ve Akademiye Bir Rapor hikayeleri çok iyiydi. Akademiye Bir Rapor’da bir maymundan, insan olma sürecini kaleme alınması isteniyor. Fakat yanlış anlaşılmasın buradaki insan olma sürecinin evrimle alakası yok. Bu insan olma sürecini bir çeşit eğitim olduğunu düşünmek daha doğru olur. İnsanlar gibi davranma, konuşma ve hatta yazma… Son zamanlarda okuduğum en güzel hikayelerden birisi oldu.
Franz Kafka okuyanlar için okunması gereken bir numaralı kitap diyebilirim, lakin daha önce okumamış ve nereden başlasam diyen için de başlangıç kitabı olabilir. Kafka okumak kolay gibi gelir, zaman zaman da anlıyor gibi hissedersin fakat tam olarak anlamak için kafa yormak şarttır. Şunu da belirtmem gerekir ki Kafka’yı şöyle anlarsınız, böyle okumalısınız diyecek nitelikte değilim maalesef ama mutlaka okumalısınız. Borges Kafka’dan şöyle bahseder; “Eğer bir ölü konuşabiliyor, bir hayalet ziyarete gelebiliyor, bir köprü acı çekebiliyorsa ve bunların hepsi de sıradan şeylermiş gibi gösteriliyorsa o zaman Kafka anlatıyor demektir.”
Robert Louis Stevenson – Sesler Adacığı
“Ölüm, beynin sustuğu zamandır”
Yazarın ismini görür görmez temin edip okuduğum bir kitap oldu çünkü ben de çoğu yaşıtım gibi yazarın Define Adası adlı kitabı ile büyüdüm. Çocukken henüz kitap okumaya yeni başladığım zamanlarda hem Define Adası hem de Robinson Crusoe ile uyuyup uyanırdım. O zamanki halimi ve enerjimi düşününce bu tarz kitapları neden sevdiğimi anlıyorum. Bir gece kendimi esrarengiz bir hazine peşinde hayal ederken ertesi gece gemi kazası sonucu adada mahsur kalmış bir denizci oluyordum. Sesler Adacığı beni o hayal dolu günlerime geri götürdü ve o inanılmaz zevki almamı sağladı.
Kitap serinin diğer kitaplarında da olduğu gibi Borges’in önsüzü ile başlıyor. Ardından kitaba adını veren öykü Sesler Adacığı geliyor. Sesler Adacığı hayal ürünü olan birçok unsurları bir araya harika şekilde getiriyor. Büyü ve ada hayatı derken hikaye tek solukta son buluyor. İkinci hikaye Şişenin Cini hem hayal ürünü bir olay anlatımına sahipken hem de ders verici nitelikte olayları da kapsıyor. Çocuk masalı gibi başlayan hikaye, sonlara doğru masaldan çıkıp ders çıkarıcı bir havaya giriyor. Bu iki hikayenin ardından Markheim adlı hikaye geliyor. Bu hikayede ada hayatından ve macera olaylarından uzaklaşıp bir cinayet sonrası iç hesaplaşmayı izliyoruz. Suçun ve doğrunun karşılaşması sıkmadan anlatılıyor. Son hikaye ise gerilim ve korku unsurlarını içinde barındıran Çarpık Janet. Bir köyde cadı olduğuna inanılan Janet ve köyün papazı arasında geçen olaylar dizisi anlatılıyor. Cadı, şeytan ve papaz hikayelerine benzer olsa da hikayenin gerilimi güzel bir seviyede. Tabi bu gerilimi hissetmemde en büyük neden köyde yanıp sönen bir ışığın altında hikayeyi okumuş olmam da olabilir. Çarpık Janet hikayesi kitabı ayrı bir konuma çıkardı benim gözümde. Bunu nedeni de masmavi bir gökyüzü ve ada hikayeleri başlayan kitabın sonlara doğru tamamen gece hikayelerine geçiş yapması. Markheim’de karanlık bir evde karanlık bir atmosferde geçen hikaye Çarpık Janet’te tamamen gece vaktinde gerilime geçiş yapıyoruz.
Leon Bloy – Sevimsiz Öyküler
“Yazma işine girişip de bir başkasına dönüşmeyen, en azından kendi özellikleri ve gerçekliklerini abartmayan bir insan belki de yoktur.”
Sevimsiz Öyküler isimin hakkını veren bir içeriğe sahip. Leon Bloy ismini ilk kez duymuş ve okumuş oldum. Kimi hikayeler rahatsız edici kimileri hayret ettirici… Ölümler, ilişkiler, ihanetler ve inceleri ile örülmüş hikayelerle dolu bir kitap. Ihlamur adlı hikâye ile başlıyor kitap. Çok standartlaşmış bir olay gibi gelse de hikayedeki anlatım güzelliği, sonunu tahmin edebilseniz bile, hikâyeyi güzel kılıyor.
Kitapdaki öykülerden biri olan “Longjumeau Esirleri” Kafka’nın habercisi olarak görülür. Kitap içindeki hikayeleri Borges şöyle özetler; “Ihlamur”, suç olgusunu küçümsemez; “Evin Yaşlısı” bir anlamda “Ihlamur”un tam tersidir, ancak dehşet unsuru azalmaz; “Mösyö Pleur’ün Dini” ilk iki öykü gibi acımasız bir biçimde başlar ve bir tür azizlik mertebesiyle en üst noktasına ulaşır. “Vasat Bir Fikir” imkansız bir durumun öyküsüdür; “Dişçinin Korkunç Cezası” bir cinayetin en beklenmedik sonucuna doğru korkusuzca ilerler, “Ne İstersen!..” fahişelik ve ensest konularını sakınmadan işler, “Son Yanık” babasına aşırı derece benzeyen bir oğlun hikayesidir. “Acıların Kadını” iftira, yakınma ve adı meçhul kişilerle doludur; “Gümüş Kılıf” körler dünyasında gözleri gören bir adamın öyküsünü anlatır; “Kimse Kusursuz Değil”, meslek hayatı bağışlanmaz bir hata yüzünden yarım kalan bir katilin mesleki ciddiyetini anlatır; “Kabil’in En Güzel Buluşu”nda nihayet düş ürünü korkunç Marchenoir’la karşılaşırız.