Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiirlerine Kaynak Olan Hayatı
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Bugünkü yazımızın güzide konuğu; kusursuz şair, iyi bir diplomat ve yazıya başladığımızın şiirinden anlaşıldığı üzere İstanbul aşığı olan Yahya Kemal Beyatlı. Türk edebiyat tarihinin önemli isimlerinden biri olan Yahya Kemal Beyatlı, kuvvetli üslubu ve usta söz sanatçılığı ile akıllara kazınmıştır. Divan edebiyatı ve aruz veznini hiçbir zaman terk etmemiştir. Beyatlı, hiçbir zaman kitap yayımlamamıştır. En çok eleştiriyi de bu konuda almıştır. Görüşlerine muhalif olan kesim tarafından “esersiz şair” olarak nitelendirilmiştir.
Yahya Kemal Beyatlı, 2 Aralık 1884’te Makedonya’nın Üsküp şehrinde bulunan Rakofça Çiftliği’nde dünyaya geldi. Asıl adı Ahmed Agah‘tır. Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Beyatlı, Tevfik Fikret önderliğindeki Servet-i Fünun akımını ortaya çıkaran diğer şairlerin de etkisinde kalarak, aruz vezniyle dörtlükler yazmaya başladı.
Selanik yıllarında şiir yazmaya başlayan genç Yahya Kemal, İstanbul’da Tevfik Fikret ve Cenap Şahabeddin’in şiirleriyle tanıştı. “İrtika” ve “Malumat” dergilerinde “Agah Kemal” takma adıyla Servet-i Fünun’u destekleyen şiirler yazdı.
Paris’te Fransız simgecilerinin şiirlerine yakınlık duyan Yahya Kemal’in, Fransız şiiriyle kurduğu yakınlık, Türk şiirine de farklı pencereden bakmasını sağladı. Türk şiiri ve Türkçe söz sanatlarını inceleyen usta şair, “Mısra haysiyetimdir” sözüyle, şiirde ortaya konulan mısranın iç uyumuna ve musikiyle kusursuzlaştırılmasına dikkat çekti. Kusursuz yüzlerce şiirinden biri hariç hepsini aruz vezni ile kaleme aldı.
Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Ankara başkent olduktan sonra kimi şairler, özellikle milletvekili seçilenler, bu şehre övgüler düzmeye başlar. Behçet Kemal Çağlar Ankara’ya güzellemeler yazar. Ne var ki, bunu İstanbul şairi Yahya kemal Beyatlı’dan da bekleyenler vardır. Aziz İstanbul’un tavizsiz şairi Ankara için şiir yazmaz. Bir gün sorarlar: “ Üstad, Ankara’nın hiç mi iyi bir tarafı yok? “ “ Var “ diye cevap verir koca şair. “ Nesi? “ diye merak edilmesi üzerine de, “ İstanbul’a dönmesi” karşılığını verir.
Edebiyatımızın mümtaz simalarından olan Yahya Kemal’in eserlerine baktığımızda İstanbul tutkusunun doruğa ulaşmış olduğunu görürüz. Her ne kadar İstanbul’u gören gözlerde bu şehir derin izler bıraksa da, Yahya Kemal’deki vurgunluk bir başka türlüdür.
Üsküdar’ı en iyi anlayan ve anlatan şair, hiç şüphesiz Yahya Kemal’dir. “Hayal Şehir” dediği Üsküdar’ı onun için bu kadar önemli kılan, yaşama tarzı ve mimari dokusuyla Türklüğü ve Müslümanlığı yetkin bir biçimde yansıtması ve “İstanbul’un fethini gören şehir” olmasıdır. Elli üç gün süren “ o mehabetli temaşa” sayesinde bütün vatan şehirlerinin gıpta ettiği şehir haline gelen Üsküdar’ın bu ayrıcalığını, bir konferans için hazırladığı notlarda şöyle ifade etmektedir. “Bir havuzun durgun suyuna bakarsanız içinde oraya aksetmiş harici bir alemin ağaçlarını, bulutlarını görürsünüz. İşte Üsküdar’ın maneviyetinde İstanbul muhasarasının günleri öyle duruyor.”
Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.
Büyük Aşkı Celile Hanım
Yahya Kemal, hocalık yaptığı Heybeliada’da Bahriyeli öğrencisi Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’a aşık olur. Celile Hanım da aşkına karşılık verir ve eşinden boşanır. Ancak durumu anlayan genç Nazım Hikmet, hocası Yahya Kemal’e bu durumu onaylamadığını belli eder. Yahya Kemal, Aşkını kendi ağzından şöyle anlatıyor;
1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deli gibi aşık oldum.
Bu kadın yazın adada otururdu.
Ben de orada idim.
Deli divane olmuştum.
Sonbahar’da Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi
1916 Sonbaharı’nda yine İstanbul’a iniyordu.
Ben müthiş muzdariptim.
Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar…
O gidinceye kadar Ada dopdolu idi.
Gider gitmez benim için boşalıverirdi.
Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’si “hep ölüme yazılmış bir şiir olarak” bilinir.
Oysa demir alıp bu limandan kalkan gemi, sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol dizeleri Yahya Kemal’in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile’sinin Ada’dan gemiyle İstanbul’a uzaklaşışı esnasında yaşadığı çaresizliği anlatır. Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu. Ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden
Yahya Kemal‘in hayatını ilginç kılan en önemli detay ise hayatının son 19 yılını Beyoğlu’nda bulunan Park Otel’de geçirmiş olmasıdır. Yazar, birçok şiirini Park Otel’de kaldığı odasında kaleme almıştır. 9 yıl boyunca yaşayacak olduğu bu otel, şairin adeta evi haline dönüşür. Yahya Kemal‘i bir otel odasında yaşamaya iten sebep nedir bilinmez, fakat bu durum onun yalnızlığını iyiden iyiye derinleştiren bir hal almaya başlar. 1941-1946 yılları arasında 75, sonrasında ise 165 numaralı odada kalır. Arkadaşları, yakın dostları şairi hiçbir zaman yalnız bırakmazlar. Her fırsatta ziyaretine giderler. Kendisi de zaman zaman seyahatlere çıkar ancak döndüğü yer yine aynı otel odası olur. Hatta bu yalnızlığını otelin servis şefi Dursun’a şu sözlerle ifade etmiştir: “‘Evlen’ demişti. ‘Ben evlenmedim, yalnızlığın acısını âlâ çekiyorum.”Yahya Kemal‘in otel odasındaki gündelik hayatı şu sözlerle anlatılmıştır: “Her sabah 6.30’da uyanırdı. İlk işi zili çalmak, kahvaltı istemekti. Sabahları sütlü kahve içer, kızarmış ekmek yerdi. Sonra gazeteleri okurdu. Edebiyat dergilerini de dikkatle izlerdi. Kendisinden söz eden gazeteleri dergileri saklardı. Şiir yollayan genç şairlerin mektuplarını da atmazdı. Saat 9’da yatağından kalkar, aynanın karşısına geçer, tıraş olurdu. Bir süre eski kahverengi robdöşambrı ile odanın içinde dolaşır, saat 11’e doğru yatağının üzerine oturarak şiir yazardı. Öğle yemeği için ya otelin lokantasına iner, ya da Abdullah Efendi’ye giderdi. Yemekte bir bütün tavuk, üç porsiyon pilav yerdi. 13.30’da yine odasına döner, öğle uykusuna yatardı.”
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu…
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan,insan ve hayâlet karışık..
1957 yılında bağırsak iltihabı teşhisiyle tedavi için Paris’e giden yazar, 1958 yılında İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Kabri Aşiyan Mezarlığındadır. Şairimize ve yazımıza kendi şiiriyle veda edelim ;
Hâfız\’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Sirâz\’i hayal ettiren ahengiyle.
Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter