Aşkın Diyalektiği

Maşukun Durumu I                                                                            

Aşk ilişkisinde olaya hep aşıkın zaviyesinden bakma alışkanlığı, neredeyse maşuk olmadan da bir aşk ilişkisi kurabilirmiş zehabını uyandırmaya yol açıyor. Oysa söylemek bile fazla… ilişkisinin kurabilmesi bir karşı tarafın bulunması zorunluluğunu kendiliğinden getiriyor. Maşukun kendinden habersiz bulunması, sevildiğini bilmemesi gibi istisnai durumlar bir yana bırakılırsa, böyle bir ilişkinin kurulması maşuku söz götürmez biçimde kaçınılmaz kılar. Aşk ilişkisi, bir maşuku kendiliğinden var kılar.

   Ancak maşuk olmak kişiyi kendiliğinden edilgin mi kılar? Yoksa ilişkinin yürütülmesinde maşukun tutumu yönlendirici bir işleve mi sahiptir? Eğer maşukun, bu ilişkide yönlendirici bir işlevi bulunduğu kabul edilirse, ona aynı zamanda bir sorumluluk da yüklenmiş mi olur? Ve maşuk sorumluluğunun farkına varmazsa (ne hazin tecelli!) aşıkın hali nice olur?  Ve aslında kendinin farkında olmayan maşuka maşuk demek caiz midir? “Onun beni sevdiğine inanıyorum ve ben bu sevgiyi kaldırabilir miyim?” türünden kaygısı olan biri, böyle bir maşuk, aslında tam da aşk ilişkisinin gerektirdiği bir sorumluluğu dile getirmiş oluyor. Böyle bir kaygıyı  (ve dolayısıyla sorumluluğu) dile getiren birisi, söz konusu ilişkide, maşukun yönlendirici işlevinin farkına varmamızı sağlıyor. Böylece maşuku sanılabileceği gibi ve genelde kabul edilegeldiği üzere, hiç de edilgin bir konumda bulunmadığını ayrımsamış oluyoruz.

   Maşuk aşk ilişkisinde üstüne düşen payı kaldırabileceğine kani olduğu anda, kendini ortaya koymaktan ve gerekiyorsa isyanını ilan etmekten çekinmiyor ve kaçınmıyor. Leyla, Şirin, Aslı, Zühre… edilgin direnişlerden vazgeçmişler ve her biri, kaldırmaları gereken yükün altına girmeye cesaret göstermişlerdir. Leyla kendini ortaya koyduğunda aynı zamanda kendinden vazgeçmesi gerektiğinin de farkındaydı; bir bakıma kendini feda ediyordu. Şirin kendini ortaya koyduğunda ablası Banu (o da aynı adama, Ferhat’a aşıktır)  ile trajik bir çatışmaya girişeceğini biliyordu. Aslı kendini ortaya koyduğunda Kerem’in ahıyla tutuşmayı göze almıştı. Zühre kendini ortaya koyduğunda, babası Sultan’ın Tahir’in üstüne ordusunu göndermesi mukadderdi ve öyle oldu. Tahir’i vuran eller, Zühre’yi de vurdu.

   Maşukun, kendine yöneltilmiş olan sevgiyi hak etmesi gerekiyor. Bu hak ediş, onun kendini yoklamasıyla başlıyor. “Bu sevgiyi kaldırabilir miyim?”  sorusunu kendine yöneltmesi, aslında, maşukun kendi aşkını fark etmesi sürecinin başlamasına (veya başlangıcına) da denk düşüyor. Böylece maşukun kendini ortaya koyduğu anda onun sıfatının aşık mı yoksa maşuk mu olduğu, hangisinin ağır bastığı hususu karşımızda bir soru olarak duruyor. Bu atılganlığı maşuk olma sorumluluğu mu sonuçluyor, yoksa aşıkın eyleminin gözü karalığı mı öne çıkıyor, belli olmuyor. Çünkü son safhada ve son tahlilde aşıkın mı maşuk, maşukun mu aşık olduğu birbirine karışıyor.

 (Rasim Özdenören/Aşkın Diyalektiği sy.61-63)

 

Rasim Özdenören’in Maşukun durumu adı altında olan “aşık” ve “maşuk” hakkındaki görüşlerini hep birlikte gördük. Peki sizin bu ikilemde ki görüşleriniz nelerdir?

  1. Kaderin gayrete olan aşkı neyse aşık için maşuk aynı şeydir bence .

    Çünkü gayret hayatımızdan uzaklaştığında zamanla kaderimizin istediğimiz kader çizgisinden, yönden uzaklaştığını göreceğimizi düşünüyorum.

    Kısaca aşıkın maşuka olan duygularının gayreti biterse veya olmazsa oluşabilecek ortak kaderden artık çok uzakta olacağız belkide hayatları birbirinin yakınından bile geçmeyecek iki insan olarak kalacaklar.

    Aynı durumu maşuk içinde söyleyebiliriz ; karşılıksız bir aşk ne aşık bırakır nede hiçbir zaman maşuk olmamış bir aşık olunan. Kaderin devamı zamanla yavaş yavaş duygularımızla birlikte alır o aşık olunanı içimizden .

    Çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir