‘’Sevgili kalbim! Neden hâlâ apartman boşluğunun gün ışığı görmeyen penceresinde kuş sesleri beklersin?’’
Bu sözle başlamak… Başlamak zorunda kalmak… Üzücü. Çünkü kaleminin büyüsüyle okurlarını bir çıkmaza sürüklemeyi daima başaran bir yazardır Ali Lidar.
Duygularını boşamış, yaşamını terk etmiş, geçmişine aşık ve içindeki sinir hücrelerinin ruhsal harbinden yenik çıkmış bir adamdan bahsederken hangi cümleyle başlamak doğru olurdu ?
Devlet memuru bir babanın alnındaki terden, diz kapaklarındaki ferden ve topuklarındaki nasırdan doğmuştur Ali Lidar’ın tüm şiirleri. Annesini kıblesi bilmiş bu adamın kaleminden ne bekler ki bir insan?
Huzur ? Mizah ? Umut ?
Hiçbiri…
Yorgun bir bedenin sırtındaki ağrıdır şiirlerinin her biri. Baştan aşağı yorulmuş bir cesedin şiirlerinden ne kadar heyecanlı şiirler duymak ister ki insan? Ben buyum işte diyor hiç utanmadan.
‘’Biri bana sakin desin ortalık fena karışık
Biri beni dinlesin
Anlasın biri beni
Biri gözlerime baksın
Ortalık fena karışık…’’
yada
‘Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde
yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
anne dedim, hadi çay koy da içelim…
demesinden fazlasıyla anlaşılıyor.
Eskişehir Anadolu Lisesi’nin efsane felsefecisi. Felsefeci oluşunu şiirleriyle arasındaki uyumdan anlamamak mümkün değildir. Günde bir kitap okuma felsefesi olduğu da söylenir , söylentidir ama Ali Lidar’ın şiirlerindeki kelime dağarcığından da anlaşılacağı üzere bunun mümkün olabileceği apaçık ortadadır. Kötü birisi olmakla hava atar ama böcek öldürdüğü için üzülür. Birkaç şiirini gerçek anlamda duygusal bir açıdan yorumlamaya kalkıştığınız zaman altında kaldığı çığın büyüklüğünü fark edememek mümkün değil. Özgürlüğü kaleminden taşan bir şairdir. Genel anlamda serbest kuralsız şiirler yazmaktadır. İstisnalar haricinde genel teması yalnızlık ve özlemdir. Anne ve babasına samimi yaklaşımlarını belirtmekten kaçmamakla birlikte özel hayatına da (tekel ürünleri ) şiirlerinde sıkça yer ayırmaktadır.
Hayata nakavt oldum, izahın tek tarifi tuş
Puştun biri miyim ne hiçbir şeyi haketmeyen
Veysel gelsin beni alsın Şirintepe parkındayım
Bira ve Cin ve Parlement ve yarısı yenmiş Biskrem
Gözlerim mi seğiriyor ben mi yanlış görüyorum?
Onu mu görüyorum hayal mi görüyorum?
Kalkıp gitmem lazım lakin kıçımı kaldıramıyorum
…
Bu şiiri aslında tüm şiirlerinin özetidir. Tüm duygularını, söylemek isteyip de söyleyemediği her şeyi tek şiirde toplamıştır. Şiiri okuduktan sonra ”insan başka ne söylemek ister ki?” diyeceksiniz muhtemelen. Apaçıktır her şeyi, hatasını kendisinde aramayı da bilir.
‘’Puştun biri miyim ne hiçbir şeyi haketmeyen ‘’ demekten asla kaçınmaz. İki kelamına mazhar olursanız muhtemelen güler yüzüne ve samimiyetine tutulabilirsiniz, o denli alçak gönüllüdür ki her an yere düşebilir.
Şiirlerindeki dini temaların yanı sıra anne ve baba yaklaşımına çok dikkat eder. Yaşadığı bu ruhsal durumdan tutup çıkaracak bir kurtarıcı olarak bakmaktadır.
‘’ Baba! Beni uyutsana bir süre uyanmayayım
Anneme söylesene ekmeğime salça sürsün
Sen yalan söylemezsin hiç, söyle beni seviyor mu?
Baba! Bak ben çok ciddiyim ortalık fena karışık
Baba, bana ‘oğlum’ de ‘hadi eve gidelim-Baba! Söylesene bana,beni neden sevmiyor?‘’
Tabiri caizse “kafa açıcı” parçalar yazan bir şair, öğretmen ve insandır.
Çoktan da öte güzel yazar. Yazdıklarını okurken ‘işte bu, ben,’ dersiniz. Bazen şiirlerine dalar gidersiniz içiniz parçalanır ve bir bakmışsınız 260 Km hızla giderken araçta uyuyakalmış da hastanede uyanmış gibi hissedersiniz. Ummadık anda gelir bir biri ardına gerçekler…
Bu da o parçalardan biridir.
‘Öylece geçip gitti yanımdan. Görmemiş gibi yaptı, orada yokmuşum hatta aslında hiç
olmamışım gibi davrandı bana. Hayır hayır davranmadı. Ben herhangi bir davranış değişikliğine bile yol açamadım. Benim
herhangi bir davranış değişikliğine bile neden olamayacak kadar değersiz bir mahlûkmuşum gibi hissetmeme yol açtı ve sıkı sıkı tuttuğu gorilinin elini bırakmadan
yürüyüp gitti. Aslında karnımdan beynime doğru hızla yükselen gazın sesini dinlesem ağzını yüzünü s*kip atardım ama dua etsin ki ben öncelikle bir Orhan Gencebay dinleyeniydim ve Orhan Gencebay’ın kadın dövdüğü vaki değildi. Kafam, içinde fillerin
porno film çektiği Serengeti çayırlarına dönüştü birden bire. Milyonlarca şeyi aynı anda düşündüm, milyonlarca küfrü aynı
anda ettim, milyonlarca acıyı aynı anda çektim ve tüm bunlara rağmen dudaklarımdan tek bir kelime döküldü. Sabır… Sabır dedim kendi kendime, önümdeki
birayı kafama diktim ve olası bütün kalınlık ihtimallerini zorlayarak dudaklarımda beliren
imkansız kalınlıktaki bira köpüğü çizgisini silmeden gözlerimi boşluğa yasladım. Sonra yavaş yavaş Serengeti’nin azgın fillerinin yerini Orhan Gencebay aldı ve ustayla birlikte usul usul söylemeye başladık. O kafamın içinde dışından söylüyordu, ben de içimden eşlik ediyordum…
Geçti artık değil mi bizim
Neşemiz her şeyimiz.
Hayat ıstırap felek kahpe
kahpe değil mi?‘’
İşte böyle bir yazar, adamın ağzını açık bırakır.
”Tutunamayanlar adlı kitabı başkasının elinde görünce, hele birde gözü kitabı taşıyan elemanı tutmadıysa, katil olma olasılığı yüksek” der yakından tanıyanlar . Bir yerde okumuştum şöyle diyordu biri Ali Lidar için ‘’Arkadaşlarının meyve yemediği için üzüldüğü fakat onun buna
-meyve yemiyorum diye üzülmeyin, ben meyveden alacağım vitamini şaraptan alıyorum zaten.’’
cevabını verecek kadar da tuhaf biridir.
Ne kadar mutlu olursanız olun ya da ne kadar huzurlu, bir yorgunluktur Ali Lidar baştan sona uzun uzun dalıp gidişler, yıkımlar ve bekleyişler ve bekleyişler…
Cemal Süreya’nın Çağrışımlar’ından Ali Lidar’ın Ağlamak Anlamaktır’ına giden yolculuk hiç çizgisini şaşırmamıştır. Yeni dönem edebiyatında Cemal Süreya’nın temsilcisi denebilir ve günümüzün en değerli on şairinden biridir fikrimce. Sarp bir dağa tırmanır gibi duygu yoğunluğu taşıyan şiirleri yorar adamı.
2009- 2010 sonrasında gençler arasında ‘’Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil ‘’ furyası başlamıştı. Bu sözüyle tanımıştık birçoğumuz onu. 2010 sonrasında toplum içinde sıkça kullanılmaya başladığında ise Ali Lidar’ı ve şiirlerini de tanımaya başladık.
İşte o meşhur şiir.
Alengirli şiir
‘Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet’i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
İyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye el ele tutuşmaya falan kalkarız
İşin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
Küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..
Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
İş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim...’’
Buna bir cevap niteliğinde olan Alengirsiz Şiir‘i de okumanızı şiddetle öneririm.
Son olarak ne diyelim; Allah gönül rahatlığı versin abimize 😀
(Arkada Orhan Gencebay- Beni Böyle Sev Seveceksen)