Albert Camus; Fransız Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden, varoluşçuluk akımının temsilcilerinden, kariyerini Nobel ödülleriyle süslemiş Fransız yazar ve filozof. 20. Yüzyılın en güçlü isimlerinden biri olan Camus 1913 yılında Cezayir’in Fransız sömürgesi olan Mondovi kasabasında yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bağımsız bir hayat sürmek isteyen Camus genç yaşlarda evden ayrılarak kendi hayatını kurmuştur. 1936 yılında Cezayir Üniversitesi’nde felsefe eğitimini tamamlamıştır. Başarılı yazarlık kariyeri sonucunda 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış ve 3 yıl sonra 1960 yılında trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir.
Varoluşçuluk ve Absürt Kavramı
Bu yazıda Albert Camus’nün gözünden varoluşçuluk ve absürt kavramlarını inceleyerek dünyaya onun gözünden bakmayı deneyeceğiz. Öncelikle Albert Camus’nün kendini hiçbir zaman bir varoluşçu ve absürdist olarak görmediğini belirtmek gerekir. O savunduğu fikirlerle daima diğer düşünürlerden farklı bir noktadadır.
Öncelikle varoluşçuluğun ortaya çıkışından bahsedelim. 20. yüzyıl tüm dünya gibi Fransa için de savaşların olumsuz etkilerinin net bir şekilde görüldüğü bir yüzyıldır. Savaş, ülkeleri sadece politik veya ekonomik açıdan etkilememiştir. Edebiyat ve felsefede de savaşın etkileri hissedilmiştir. Varoluşçu felsefe tam da bu süreçte, insanların tehdit altında olduğu, her şeyin önemini yitirdiği, insanların topluma uyum sağlamakta zorlandıkları bir dönemde ortaya çıkmıştır. Savaşlar insanların psikolojilerinde oldukça sarsıcı bir rol oynamış, insanlar korku içinde yaşamaya başlayarak birbirlerinden uzaklaşıp yalnızlaşmışlardır. Tüm bu yalnızlaşmalar, korkular onları varoluş sebeplerini sorgulamaya itmiştir.
Camus’ nün varoluşçuluğu da yabancılaşmış, tüm umutlarını yitirmiş bireyin başkaldırısı, hatta tepkisi olarak düşünülebilir. Varoluşçu felsefede birey kendimi toplumdan soyutlar, toplum normlarından uzaklaşır ve kendi benliğini bulmaya çalışır.
Varoluşçuluğu, dünyaya yabancılaşmış bireyin dünyayı artık saçma görerek bu dünyadan kurtulma arzusu olarak düşündüğümüzde Camus’nün absürt kavramıyla kesişmekte olduğunu görüyoruz.
TDK’ye göre absürt; saçma, akla aykırı anlamları taşımaktadır. Albert Camus bu kavrama daha derin anlamlar yüklemiştir. Ona göre absürt, dünya ve insan arasındaki ilişkinin değişkenliğidir. Absürdün ortaya çıkması için, tüm anlamsızlığına rağmen dünyaya ve onu sorgulayan insana ihtiyaç duyulur.
Absürt dünyaya yabancılaşmış bireylere çıkış noktası bırakmaz ve varoluşçu felsefe bireyi bu durumdan yani absürtten kurtarmaya çalışır. Camus ise bu durumdan kurtulmanın mümkün olmadığını ve bireyin absürtle yaşamaya alışmak zorunda olduğunu savunur. Buradan anlaşıldığı üzere kendini bir varoluşçu olarak tanımlamamıştır fakat eserlerinde varoluşçu felsefeye sıklıkla rastlanmaktadır. Onun amacı kurtuluş değil, dünyanın anlamsızlığını ortaya koymaktır ve bunu Yabancı eserindeki Mersault karakteriyle oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirir. Mersault absürde yenik düşmüş bir karakterdir. Camus’ü diğer varoluşçulardan ayıran en önemli nokta da budur. Tanrı inancı olmayan Camus, absürdün sebebini tanrının ve dinin yokluğu olarak görür. Eserlerinde de hayatın yaşamaya değip değmeyeceğini sorgulamıştır.