Yönetmen koltuğunda Nuri Bilge Ceylan’ın oturduğu Ahlat Ağacı, Akın Aksu’nun kendi hayatına dayanan, Ahlat’ın Yalnızlığı adlı öyküsünden yola çıkarak oluşturulan yapıt.
Nuri Bilge, bu yapıtında biz seyircilere önce sağlam bir çelme takıyor, sonra iyice gözlerimizi açıyor, desek yerinde olur.
Yapıtın teması, bireyin yalnızlığı, ana karakterin varoluşsal sancıları, uyumsuzluk yahut aykırılığı, kent- köy, köylü-kentli çatışması.
Filmin hareket noktası, edebiyatla iç içe olan ana karakter Sinan’ın açmazları. Sinan, üniversiteden henüz mezun olmuş yirmili yaşlarında bir gençtir. Üniversiteyi bitirip köylerine döndüğünde yüzleşmesi gereken şeyleri kendine konduramazken, reddederken en sonunda bunlarla yüzleşmesi gerektiğini anladığında kendi içsel hesaplaşmasının durulacağını keşfeder. Peki ama bu keşif nasıl olacaktır?
Film boyunca ana karakterimiz Sinan, yazdığı kitabı bastırma yolunda epey çaba sarf eder. Çünkü kendini bu şekilde gerçekleştireceğine inanır. Bu uğurda zaten geçim sıkıntısı, derdi tasası olan ailesiyle gün gelir kötü olur. Zaten anlaşılmadığını bildiği ve aykırı davrandığı bu insanlara ayrıca öfkesini püskürtmeyi de ihmal etmez. Cesur bir karakter gibi görünse de melankoliden burnunu çıkaramayan, küstahlık yapmaktan -bazı zamanlarda- öteye gidemeyen, kendi gerçeklikleri içerisinde yaşayan karakterlerin doğru kabul ettiklerine çekinmeden çomak sokan, beklenmedik cümleler kuran ve onların anlayışını zedeleyen, günümüz Türkiye’sinin algısını çiğnemekte başarısız olan bu karakter, geçmişi olan neredeyse her arkadaşıyla görüştüğünde aykırılık, düşünüş farkı diye nitelendirdiği şeyleri -bizce- tam anlamıyla savunamaz. Çünkü karşısında duran insanlar ne fikri açıdan ne de ilmi açıdan onun düşündüklerini kavrayabilecek yapıdadır.
Fakat bunlar, savunduğu şeyi savunduğu anda gösterdiği reaksiyonlar. Savunduğu şeyler gayet akla yatkın, her gencin olmasa da en azından kenardaki azınlığının kabul ettiği görüşler denebilir. İşte onlardan birkaçı:
“aslında o kadar da önemli biri olmadığımız ortaya çıktığında, neden üzülüyoruz ki hemen? bunu, temel bir aydınlanma alanı olarak ele alabilsek daha iyi olmaz mı?”
“80 yaşında olmasına rağmen hala çalışmak zorunda olan o ihtiyara kim sahip çıkacak? Onu düşünmek daha önemli
değil mi? Kaldı ki ben ona acıdığımdan falan da yazmadım kitabımda. Tüm olumsuzluklara rağmen hiç şikayet etmeyen ve sanki mutluluğun sırrını keşfetmiş gibi görünen o ihtiyarın dünyasında, hepimize merhem olabilecek bir sır olabileceğini düşünüyorum naçizane.”
Karakterin sürekli düşünmesi, derin ruh hallerine bürünmesinin altında yatan neden, tabii pekala sonunun onlar gibi olacağı gerçeğini reddetmesinden ibaret.
Filmin başından sonuna kadar en çok diyalog kurması gereken kişi olan babasıyla yüzeysel konuşması, onu kabullenememesi, kınaması, ona karşı umursamaz ama bir yandan da sözünü sakınarak davranması bir nevi içsel çatışmalarının somut hali diyebiliriz.
Filmde, babanın bir kuyu kazmaya çalıştığı görülüyor. Baba karakterinin kendi babasına oradan su çıkacağını kanıtlama çabası, Sinan karakterinin kitap basarak kendini kanıtlama çabasıyla hayli benzer. Yani, Sinan’ın kabullenmekte güçlük çektiği şey, aslında babasıyla benzerliği, hatta aynılığı.
Filmde günümüzün Türkiye’sine inşaatçı, imam, asker, yazar, öğretmen üzerinden atıflarda bulunuluyor. Bunlar üzerinden başarılı bir Türkiye portresi çizmeyi başaran Ceylan, seyirciyi böylelikle daha da çok yaratmasına bağlıyor. Aksaklıklar başta olmak üzere, yanlış anlamaya yatkınlık, kendi hırsını başkasına püskürtmedeki acizlik ve küstahlık, görüntüde insanlık gözler önüne seriliyor. Görüleceği üzere yalnızca bireyi ilgilendirmeyen, toplumsal sorunlara da ilgi çekilen bu film, Ceylan’ın diğer yapıtlarına göre hayli diyaloglu. Bu sebepten ötürü Kış Uykusu adlı yapıtına daha yakın durduğu da bir gerçek. Bunların yanı sıra, diyalogların gündelik dilden çıktığı anların varlığı, filmin birden fazla üsluba sahip olduğunu hissettirirken oyuncuların eriştiği doğallığı da sekteye uğratıyor. Bunu ise senaryonun üç kafadan -Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan- Akın Aksu- kurgulanmasına bağlamak mümkün.
Parçalardan bütüne ulaşan yaratmada geçmişin sancılarının gün yüzüne çıkması, karakteri bir kuyunun içine eziyor gibi görünürken, ilerleyen dakikalarda o kuyunun içinde tek bir damla su bulmasa bile arayışa geçme hâli, Sinan’ı babası, kendisi ve geçmişiyle barıştırıyor ve büyütüyor.