Pek çok uygarlığın inanış ve mitolojisinde gördüğümüz ağaç figürü, Türk mitolojisinde de yer almıştır. Göçebe bir toplum olan Türk toplumu, yaşayış biçimlerinin bir sonucu olarak doğaya her zaman saygılı olmuş, ağaçları kutsal olarak görmüş ve onlara “Yaşam Ağacı”, “Dünya Ağacı”, “Şaman Ağacı”, “Evliya Ağaç”, “Ulukayın” “Baykayın”, “Bayterek”, “Demir Kavak” gibi isimler vermişlerdir. Yaşam ağacı, Türkler için bir yaratılış ve köken miti idi ve Tanrı ya da tanrısal ruhlarla iletişim kanalıydı. Şaman ayinleri, cenazeler, törenler, günlük yaşam hep ağaçların altında gerçekleştirilirdi.
Türk inancına göre evren üç kısımdan oluşmaktaydı;
- Üst Dünya (Gök): Burada kanatlılar, kutsal varlıklar bulunurdu. Tanrı’nın yeri burasıydı.
- Orta Dünya (Yer): Burada insanlar, hayvanlar, bitkiler yaşardı.
- Alt Dünya (Yeraltı): Burada sürüngenler, karanlık ve kötü varlıkların bulunduğuna inanılırdı.
Ağaçların ise bu üç dünyayı birbirine bağladığına inanılıyordu. Dalları ile gökyüzüne uzanıyor, kutsal varlıklar ile iletişimi sağlıyordu, gövdesi ile insanların, hayvanların ve bitkilerin bulunduğu Orta Dünya ile ilişki halindeydi ve kökleriyle de yere tutunuyordu.
Bağımsızlıklarına düşkün olan Türkler, tek ağaçları kutsal olarak görmüşlerdi. Bu nedenle, “hayat ağacı” dedikleri ağaç, yalnız bir ağaçtı. Dalları gümüşten, yaprakları altındandı. Bu ağaç yalnızca üç dünyayı birbirine bağlamıyor, bu üç dünya arasındaki bir yol olarak görülmüyordu. Aynı zamanda ilk insanın eviydi. Yer ve gök ile birlikte yaratılmıştı. Ölen kişilerin ruhları da bu ağaçtan yol alıyordu. Ya göğe doğru, ya yer altına doğru… “Üst Dünya” ile “Alt Dünya” arasındaki savaşın kaderi ise “Orta Dünya”da yaşayan insana bağlıydı.
“Avatar” adlı filmdeki bu sahneyi hatırlıyor musunuz? Size tanıdık geldi mi? 🙂