1950-53 yılları arasında yapılan Kore savaşına Türkiye Cumhuriyeti olarak tam 56.000 asker gönderdik. Bu askerlerin 22.000 tanesi ileri hizmette aktif olarak savaştı ve 892 askerimizi şehit verdik…
Tüm hikayemiz aslında tam bu noktadan sonra başlıyor: Kore savaşına katılan bütün gazilerimize onur vermek ve gönül almak amacıyla birleşmiş milletler tarafından ‘Kore savaş madalyası’ verildi.
Hikayenin asıl temeli olan ikinci ayağında ise sene 1963. Toplumsal ayrışmaların başlatılıp, Kıbrıs Türklerine saldırıların düzenlendiği, ortalığın derin bir acıya boğulduğu yıllar. 1963 Aralık ayında ‘kanlı noel’ adı altında soykırım amacıyla Kıbrıslı Türkler öldürülmeye başlandı. Bu çatışmalar sonucu yüzlerce Kıbrıs’ı Türk’ü öldürüldü. Aynı zamanda Kıbrıs’ta yaşayan Rumlardan da kayıplar oldu. 1964 yılında Türkiye, ordusu aracılığı ile Rumlara müdahale etmek istedi. Tam da bu noktada hiç beklenmedik bir mektup ülkede soğuk duş etkisi yarattı.
ABD başkanı Johnson, tarihe “skandal mektup” olarak geçen adeta tehdit niteliğinde olan bu mektubu Türk Hükümeti’ne gönderdi.
Mektupta aslında kısaca,
Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olan Yunanistan ile
arasında gerilim yarattığı takdirde, SSCB’nin Türkiye’ye yönelik olası bir
müdahalesi karşısında, NATO ülkelerinin bu işgale müdahalede çekimser durabileceğini
anlatıyordu. Ayrıca, böyle bir girişim gerçekleşirse Amerikan üretim silahların
kullanılamayacağı da belirtiliyordu.
Böyle olunca Kıbrıs açıklarında emir bekleyen Türkiye donanması geri dönmek
mecburiyetinde kaldı. Amerika’nın bu tavrı, bu haksızlığa tahammül edemeyin Türk
vatandaşlarını oldukça kızdırdı. Durumu
hazmedemeyen ama ellerinden de bir şey gelmeyen Kore savaşı gazileri Amerika’nın
tavrını protesto etmek amacıyla hak ederek aldıkları Kore savaşı madalyalarını
mektubun kamuoyunda duyulmasından sonra bir bir iade ettiler . Bu saatten sonra
durum onur mücadelesine dönüştü.
Kore Gazilerimiz, canlarını tehlikeye sokarak kazandıkları bu madalyaları, ABD’nin
tutumu karşısında üstlerinde daha fazla taşımak istemeyip iade etmeleri toplum
içerisinde oldukça ağır bir duygusal uçurum yarattı.. Dönemin Milli Türk Talebe
Birliği ise gazilerimizin bu asil davranışı karşısında Kore’de siper edilen
göğüsleri boş bırakmamak adına yeni bir madalya yaptırmaya karar verdi. Ancak
ülkenin bütçesi bunun için yeterli değildi. Birlik yöneticileri bu madalyaları
nasıl bastıracaklarını düşünürlerken basın ve dostları aracılığı ile konudan
haberdar olan o dönemin sanat güneşi olan Zeki Müren devreye girdi. Kalbindeki vatan
sevgisi ve saygısıyla gazilerimize basılacak yeni madalyaların masrafını
üstlendi. Ancak bir şartı vardı!
“Adım gizli kalsın”.
18 ayar altından yapılan yeni madalyaların bir yüzünde Milli Türk Talebe
Birliği logosu ve “Kore Gazileri Milli Hizmet Armağanı” ifadesi yer
alıyor. Diğer bir yüzünde ise tüm Kıbrıs Adası’nın haritası ile Milli Türk
Talebe Birliği yazısı bulunuyordu. Madalyaların takdiminden sonra ‘mttb
madalyası’ olarak anılagelen bu madalya, halkın içerisinde bu konunun öğrenilmesi
ve hızlıca yayılmasının ardından ‘Zeki Müren
madalyası’ adı ile anılmaya başlandı.
Bu yaşananlardan sonra dönemin ünlü sanatçısına olan ilgi giderek arttı ve o
günden sonra toplumda ayrı bir duyguyla karşılandı.
100 dolara muhtaç olduğumuz o dönemlerde elbette madalya karın doyurmuyordu. Söylenilenlere
göre doğal olarak madalya sahipleri de bu 18 ayar altın madalyayı erittirerek
ya da satarak bir süre geçimini sağlayacak para elde ettiler. Zeki Müren madalyası ‘da tarihimizin tozlu
sayfalarında kendine ıssız bir köşede yer buldu.