Şimdi sizlere, geçmişte yaşamış fakat geleceğin ressamı olup bulunduğu toplumda anlaşılmamış, hayatının bir kısmını hastanelerde geçirmiş Vincent van Gogh’un tam tersi olarak yalnızlığını tablolara kalabalıklar şeklinde yansıtan; gözünün değdiği her güzelliği ve özlemini çektiği her şeyi fırçasıyla tablosuna aktaran, hem ressam hem yazar Fikret Mualla’yı, kalemim döndüğünce anlatacağım.
Annesinin vefatından sonra babasını genç bir kadınla annesinin yatağında yakalaması sonucu bir yumruk darbesiyle babasının kulağını patlatmış ve babasıyla arasındaki ilk uçurumu başlatmış oldu. Aynı zamanda babasının genç bir kadınla evlenmiş olması onu içten içe derinlemesine etkiledi. Yaşadığı sıkıntılı çocukluktan dolayı bu durum Fikret Bey’i uyumsuz biri haline getirmiştir. 17 yaşında lise öğrenimini bitirince babası onu İsviçre’ye mühendislik okumaya göndermiştir. Mühendislikten ziyade resim onun daha çok ilgisini çekmiş ve ilgisini bu yöne kaydırıp dönemin konsolosu Rıza Bey’in desteğiyle Almanya’ya resim eğitimi almaya gitmiştir. Babasının maddi durumunun bozulmasıyla para sıkıntısı çeken Fikret Mualla, Abbas Halim Paşa’dan mali destek görmüştür.
Topallığı nedeniyle utangaç hale gelmiş ve yalnızlaşmıştır. İlk defa alkol bağımlılığı yüzünden Almanya’da tedavi altına girmiştir. Bohem yaşamı gittikçe ona zarar vermiş, kendisini toplumdan uzaklaştırmıştır fakat sanatını beslemişti. Tedavisinden sonra Fransa ve İtalya’ya sanat gezileri yapmıştır. Gezdikçe etkilenmiş gördükçe tablosuna yansıtmıştır. Renkleri ustaca kullanışı yabancı ülkelerde dikkat çekmiş fakat ülkesinde dışlanmasına neden olmuş ve bu durum onu yazarlığa itmişti. Kendisiyle ortak noktalar bulduğu Schiller hakkında bir kitap yazmıştır. Gönüllü yalnızlığına eşlik edecek kadınlardan hoşlanmış fakat olumlu cevaplar alamamıştır. Resimlerinde görülen portreler kim oldukları hakkında bir bilgi vermemiştir. Öylesine gördüğü kadınları hafızasında görselleriyle resmetmiştir.
Babasının çektiği maddi sıkıntılardan dolayı yurda dönen Fikret Mualla, bir dönem Galatasaray Lisesi’nde ve Ayvalık Ortaokulu’nda kısa bir süre resim öğretmenliği yapmıştır. Öğretmenliği bıraktıktan sonra sahne kostümleri çizmiş ve kitapları resimlemiştir. Nâzım Hikmet’in Varan 3 adlı şiir kitabını ve Benerci Kendini Nasıl Öldürdü adlı oyununu da resimlemiştir. 1934’te ilk sergisini İstanbul’da açtı, fakat ilgi göremedi. Salah Cimcoz’un evinde konaklayarak üç çocuğuna resim dersi verdi. Resim dersi verdiği kişiler arasında yer alan Emel Korutürk, ileride Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi olacak ve onu Paris’teki kimsesiz mezarlığından çıkarıp vasiyeti üzerine Karacaahmet Mezarlığı’na defnettirecekti.
Salah Cimcoz’la alkol aldıkları bir akşam, alkolün etkisiyle Atatürk’ün portresini çizen yabancı sanatçıyı eleştirmiş ve yanlış anlaşılmıştır. Devlet büyüğüne hakaretten polisler tarafından tutuklanmış ve sorguya alınmıştır. O günden sonra polis fobisi başlamış ve ölene kadar peşini bırakmamıştır. Bu olaydan sonra, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne 1,5 yıl yatırılmıştır. Ben bunu bir tedaviden çok, Fikret Mualla’nın hayatta ona vereceği yeni bir ders olarak görüyorum çünkü oda arkadaşı Neyzen Tevfik’tir. Aynı zamanda, kendisinin sonradan “Büyük Türk” olarak adlandıracağı doktoru ise Mazhar Osman’dır.
1938 yılında babasını kaybetmiştir. Babasından kalan mirasla Paris’e taşınmıştır. Gitmeden önce, Abidin Dino’nun son bir isteği üzerine New York Türk Pavyonu için 30’a yakın eser yapmıştır. Büyük yankı yaratan eserlerinden bazıları nü olduğu için kendisine dava açılmış; beraat ettikten sonra, ömrünün geri kalanını geçireceği Fransa’ya taşınmış ve “Paris Ressamı” serüvenine başlamıştır. Evet, yanlış okumadınız; kendisine “Paris Ressamı” denilmektedir. Paris’te keşfedilmesi uzun sürse de orada büyük ilgi ve değer görmüş, hatta Picasso’nun bile beğenisini kazanmış, Fikret Bey’den tablo satın almıştır. Dönemini etkisi altına alan dışavurumculuk akımı onu da etkilemiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra maddi açıdan zor günler geçirmiştir. Öyle ki, bilinmeyen bir rivayete göre, yerden sigara izmaritleri toplamıştır. Tablolarını çok ucuza satarak geçinmeye çalışmıştır. Bu sıkıntıların tek nedeni II. Dünya Savaşı da değildi tabii; Paris’teki lüks yaşamı da onu bu sıkıntılara itmiştir. Alkol sorunu yüzünden Paris’te de birkaç kez hastaneye yatırılmıştır. Hastaneden sonra, Dina Vierny’nin himayesi altına girmiştir.
1954’te Paris’te Dina Vierny Gallery’de ilk sergisini açmış ve sergideki tüm tablolarını satmıştır. Ancak sergiyi düzenleyen iki tablo simsarı, Fikret Mualla’yı dolandırmıştır. Bu sergiden sonra ünlü ressam Paris’te duyulmuş, Picasso’nun dikkatini çekmiş ve kendisine “Paris Ressamı” lakabı takılmıştır. İki yıl sonra ikinci sergisini açmış ve ardından akıl hastanesine tekrar yatırılmıştır. Hastaneden çıktıktan sonra, resimlerinin sürekli alıcısı olan Madam Angles ile tanışmıştır. Giderek tanınan ve dikkat çeken Fikret Mualla’nın resimleri, koleksiyoncular tarafından toplanmaya başlamıştır. 1962 yılında düşerek felç geçirmiştir. Hiçbir zaman istediği düzenli hayatı kuramayan Fikret Bey’in bakımını da Madame Fernande Angles üstlenmiştir. Bir bakıcının önerisiyle, Fikret Mualla’yı Reillanne’daki çiftliğine göndermiş ve yaşamının sonuna kadar bu çiftlikte eserler üretmiştir. Sinir krizlerinin çoğalmasıyla bir dinlenme evine yatırılmış ve 20 Temmuz’da hayata gözlerini yummuştur. Cenazesi Kimsesizler Mezarlığı’na gömülmüştür. Daha sonra, Emel Korutürk ve dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kemiklerini İstanbul’a getirterek Karacaahmet Mezarlığı’na defnettirmiştir.
Yaşamının tümünü kalabalıklar içinde yalnız geçiren Fikret Mualla, ne yazık ki aynı kederi toprağın altında da yaşamıştır. Dostlarının desteğine rağmen bir türlü hayata bağlanamıyor oluşu, onu daha derin bir depresyon ve alkol bağımlılığına itmiştir. Barlara ödeyecek parası olmadığında, bar sahiplerine tablo yapıp satan sanatçının hayatı, hüzün, hastalık ve alkol gibi zorluklarla geçmiştir.