“Le Transperceneneige” isimli bir çizgi romandan uyarlanan dizi, 2013 yılında sinemaya aktarılmıştı; şimdi ise Netflix ve TNT ortak yapımı bir şekilde dizi olarak karşımıza çıkıyor. Eğer dizi hakkında bir fikriniz yoksa öncelikle konusundan bahsedelim:
Küresel ısınmaya karşı bilim insanları bir çözüm üretir: Soğuk hava bombaları. Atmosfere saçılan bu bombaların küresel ısınmayı durdurup, havayı soğutması amaçlanırken işler ters gider ve dünya buz çağına girer. Bu durumu öngören Mr. Wilford ise kendi kendisine yetebilecek, içinde ekosistemler bulunan bir tren planlar: SNOWPİERCER.
Buzullaşmanın son günlerinde ortaya çıkartılan bu trene bilet almaya maddi durumu el veren ultra zenginler ve çalışan halk, trenin yolcuları olmaya hak kazanır. Ancak treni öğrenen halk, trende kendine yer bulmaya çalışarak treni istila eder. Bu kişiler Wilford’un askerleri tarafından trenin son vagonları ‘Kuyruk’a itilirler ve trenin ön vagonlarından kopuk, sefalet içinde bir hayat yaşamaya başlarlar.
Günümüzün de problemlerini işleyen bu dizi, sınıf farklarını oldukça çarpıcı bir şekilde ele alıyor. Tren 3 ayrı bölümden oluşuyor: 1 numaralı vagonda lokomotif bulunuyor. Her şeyi yöneten, trenin sürekliliğini sağlayan bölüm. ‘Ultra’ zenginler en öndeki 1.mevki vagonlarından yaşıyorlar. Trenin zenginlerinin yaşadığı bu ön vagonlarda akvaryum dahil pek çok olanak bulunuyor. 217 numaraları vagondan itibaren ise 2. Sınıf yolcular başlıyor. Buradan itibaren, lüks bir yaşam yok: Çalışan, üreten bir toplum var. Ayrıca yine trenin bu kısmında; kütüphane, hastane, hayvanat bahçesi ve çocuklar için okul temalı sınıf vagonları da bulunuyor. Daha da ilerledikçe karşımıza sera, pazar yeri gibi tren halkının yaşam kaynaklarını oluşturan vagonlar çıkıyor.
Bunlardan da geride ise ‘Kuyruk’ bulunuyor. Burada yaşayanlar trene son anda biletsiz bir şekilde binenler. Sayıca fazla olmalarına karşılık en kısıtlı alanda yaşamaktalar. Dizinin/Filmin hikâyesi de bu penceresi dahi olmayan vagonda başlıyor. Bu vagonda çevresini kurtarmak ve daha rahat bir yaşam sürmek isteyen Andre ile tanışıyoruz. İşte olaylar da tam bu noktadan sonra başlıyor.
Bütün bir dünya bir trene sığar mı? İşte bunun cevabını veriyor bize bu dizi. Her bölümde karşımıza çıkan trenin farklı bir bölümü hayranlık uyandırıyor. Çekimlerinden, oyunculuklarına her şeyi tam puanlık. Sosyal mesajları oldukça yüksek bu dizi izlenmeye kesinlikle değer. ‘Ben uzun soluklu bir şey izlemek istemiyorum.’ diyeniniz çıkarsa o zaman aynı adı taşıyan ve -bence- Güney Kore sinemasının en iyi filmlerinden olan Bong Joo-Ho yapımı filmi izleyin. Pişman olmayacaksınız. İyi seyirler.