Kitaplığımızda yeterince kitap varken yeni kitap satın almalı mıyız? Sevdiğimiz kitapları okumaya ömrümüz yetecek mi? Okuduklarımı unutuyorum, acaba ben kötü bir okur muyum?
“Ödünç verdiğiniz kitaplar geri gelmediyse, okuduğunuz kitapları konuşacak kimseyi bulamıyorsanız burası sizin yeriniz” diye başlıyor Harun Kaban’ın Okur Dertleri serisi. Bu yazıda, okumaya dair dertlendiğimiz mevzuları içeren okur dertlerinden bahsedeceğiz.
Bir yazar ve okur olarak çeşitli mecralarda aktif olan Kaban, kitap tavsiyelerini, kitap okuma sırası konusunda önerilerini ve daha fazlasını paylaşıyor takipçileriyle. Takip etmek isteyenler için Instagram hesabı burada.
Sivas, Kangal’da doğup büyüdüm. İlk ve Ortaokulu Kangal’da, liseyi Sivas Lisesi’nde parasız yatılı olarak okudum. 2001 yılında Gazi Üniversitesi, İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’ne girdim, halen çıkamadım; uzun hikaye. 2007’de stajyer olarak başladığım Liberal Düşünce Topluluğu’nda (LDT) yönetim kurulu üyeliği ve çeşitli görevlerde bulundum. Uzun zaman çeşitli mecralarda yazdım. Ayrıca 2006’dan beri blog tutuyorum. Memleket yazılarından oluşan ilk kitabım “Kurusırt’ın Ardı” 2014’te yayınlandı. Kurusırt’ın kaldığı yerden devam eden hikayeyi anlattığım, ikinci kitabım “Evden Uzakta” 2018’de yayınlandı.
Kitaplığımızdaki bütün kitapları okumuş olmalı mıyız? Elimizdekiler bitmeden yeni kitap almak yanlış mı?
Kitaplığımızdaki bütün kitapları okumuş olmamız gerekmiyor, bu illa henüz okumadıklarımız şeklinde de olmayabilir. Mesela başvuru kitapları diyebileceğimiz sözlükler, teknik bilgileri içeren kullanım kılavuzları gibi, ihtiyaç hasıl oldukça bakılacak kitaplar da o raflarda yer alır. Artık tedavülden kalmış olsa da bir nostalji objesine dönüşen ansiklopediler de bu minvalde zikredilebilir.
Düzenli okuma alışkanlığı olmayan insanlarda, genelde böyle bir algı oluyor. Sanki kitaplıktaki bütün kitaplar okunmuş sanıyorlar. Kitap da bir meta, bir eşya. nu anlamda “kullanmayacağın şeyi neden evinin en güzel yerinde tutuyorsun” gibi bir akıl yürütme olabilir altında fakat ister olumlu anlamda düşünün isterseniz olumsuz olarak kitap, herhangi bir eşya değildir.
Ben, her ne kadar bir istifçi olmasam da atma konusunda sorunlu biriyim, kolay atamam. Böyle olunca da kitaplığımda bırakın okumayı, sırf gül cemâline bakmak için bulundurduğum kitaplarım bile olur.
Gelirsek sorunun cevabına, kitaplığımdaki kitapların hepsini okumadım; çok daha fazlası söz konusu.
Sevdiğimiz kitapları okumaya ömrümüz yeter mi?
“Hayır” diyor ve basit bir matematik hesabıyla bunun mümkün olmadığını anlatıyor Harun Kaban.
Peki ne yapmak lazım?
Buradaysa, bahsettiği iki kitap var.
Birincisi, Pierre Bayard’ın Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz kitabı. Bazı kitapları okumadan da o kitapla ilgili her şeyi bilebiliriz. Zaman içerisinde o kitaplar ve konular üzerine yaptığınız başka okumalarla, kitabı okuduğunuzda kazanacaklarınızı zaten kazanmanızı sağlar. Evet kitap değerlidir ama zaman, kitaptan daha değerli bir şeydir. Dolayısıyla zamanla kitap arasında tercihi zamandan yana kullanıp sistemli ve stratejik bir okuma seyri izlemekte fayda var.
İkinci kitap ise Umberto Eco ve Jean Claude Carriere’in karşılıklı konuştuğu, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın kitabı. Bu kitapta, dünyanın belki de gelmiş geçmiş en iyi okuru Umberto Eco’nun okuma üzerine müthiş ufuk açıcı bakış açısını göreceksiniz ve okumanıza yön vereceksiniz.
Hasılı kelam, ‘iyi okur’ her zaman ‘çok okuyan’ demek değildir. İyi okur, sistemli ve stratejik okuyabilendir. Yani bazen okuduğunuz kitaplar değil de farkında olarak okumadığınız kitaplar, sizi iyi okur yapabilir.
Okuduğum kitapları unutuyorum. Ben kötü bir okur muyum?
Hayır. Okuduğunuz kitabı unutmanız, birçok şeyi unutmanız gibi gayet doğal. Hatta okuduklarınızı unutmuyorsanız psikolojik yardım almanız gerekiyor olabilir.
Kitap okumak, okur olmak birçok şey gibi amacınızla alakalı bir şeydir. Ne için okuyorsunuz? Bu sorunun cevabı bütün okuma sürecinizi de belirler çünkü̈.
Eğer sadece vakit geçirmek için okuyorsanız, bu alanda basılan popüler kitaplar, hatta çok eleştirilen, “boş” denilen kitapları okuyarak güzel vakit geçirebilirsiniz. İlla büyük kitapları okumanız gerekmez ve bu kitapları okumadığınız için kötü bir okur olmazsınız.⠀
Eğer entelektüel gelişiminizi önemsiyorsanız akademik yayınlar, spesifik ilgi alanınızın klasikleri, siyaset bilimi, hukuk veya antropoloji, her ne ise alanınız o alanı takip edersiniz. Roman okumuyor olmanız, sizi kötü bir okur yapmaz.⠀
Edebiyatı seviyorsanız klasik kitapları, iyi romanları takip edersiniz. Siyaset bilimi klasiklerini okumuyorsanız kötü bir okur olmazsınız.⠀
Fakat okumak bir yandan da bütüncül bir şeydir. Okuduğunuz romanların hepsinin tarihsel, siyasi birçok arka planı vardır. En azından kitapta bahsedilenleri anlamak için yan okumalar yapmalısınız.
Peki unutmak kısmı? Bir kitabı tamamen okumak ve hatırlamak bütünüyle okumak ve hatırlamak değildir. O kitabın meselesini anlamak, size katacağı kısımları hatırlamak, okuma sürecinin temel amacıdır. Bu anlamda ne için okuyorsunuz? Amacınızın ne olduğunu bilirseniz, kitaptan neyi alıp neyi almasanız da olur onu keşfedebilirsiniz.
Kusursuz çeviri mümkün mü?
Hayır! Maalesef değil.
Bu konuda tercihimiz maalesef mevcutlar ile sınırlıdır.
Çeviri için de böyle diyebiliriz, ne kadar iyi çevrilirse çevrilsin, her çeviri sonuçta ikincil bir üründür ve orijinalinden meydana gelen kayıp kaçınılmazdır. Dolayısıyla çeviri konusunda kaygımız “-kusursuzluk değil, daha iyisi olmalı.
Peki çeviri konusunda beklentimiz ne olmalı?
Öncelikle orijinal dil ve eser açısından çeviri doğru olmalı. Bunu özel olarak belirtiyorum, çünkü çeviri konusunda en temel sıkıntı en birincil basamakta yaşanır. Bazen eserin ve orijinal dildeki anlamla alakası bile olmayan çevirilerle karşılaşabilirsiniz. Bunu fark etmek de o kadar kolay değildir. Ya orijinal dili bileceksiniz ve orijinaline bakıp anlayacaksınız ya da başka bir çeviriye denk gelip göreceksiniz. Bu ikisi de genellikle uzak ihtimaldir, bazen yanlış çeviriler, genel geçer bilinen dahi olabilir.
İkinci önemli nokta çeviri ‘politik’ olmamalıdır. Politik çeviri, okur olarak sizin iradenize ipotek koyar. Mesela kitapta sizin inancınıza, ideolojinize ya da değerlerinize ters şeyler varsa, burada seçeceğiniz okur kitlenizin hassasiyetleri çerçevesinde metni makul hale getirmek olmamalı ya çevirir ya da çevirmezsiniz. Metne müdahale tamamen başka bir durumdur ve bence bir nevi ihanettir.
Üçüncü ve bence en önemli nokta, çevirinin sınırları keskin olmamalı. Neyi kast ediyorum? Mesela motamot çeviri de yanlıştır, tamamen anlamsal çeviri de yanlıştır. Çevirinin de bir dil ve anlam ritmi olmalı ve bu korunmalıdır. Bu ritim, metne göre kimi zaman motomot çeviriye yakın olabilir, kimi zaman anlamsal çeviriye. Buna orijinal metnin ritmi karar vermelidir.
Okuduğum kitapları konuşacak kimseyi bulamıyorum!
Bunun çok net bir çaresi yok, biraz zaman biraz da şansla alakalı. Çevreniz, işiniz gereği entelektüel bir ortamsa belli oranda bu dertten azade oluyorsunuz. Akademisyenler, yayıncılar bu anlamda şanslı. Bu sıkıntıyı şahsen çok yaşamadım, genellikle üniversite çevresinde oldum ve yayıncılık geçmişim bir şekilde buna vesile oldu. Fakat her işin doğası ve temposu buna doğal olarak uygun olmayabiliyor.
Fakat zaman içinde sosyal medya bu derde en büyük deva oldu. Artık Instagram’da takip ettiğiniz sayfalarda yorumlar, tartışmalar bir şekilde bu işlevi görüyor.
Bu durumun aslında verimli bir durumu da var. ‘Yaratıcı bunalım’ denen, insanı üretmeye teşvik eden bir yanı da vardı. Yazmanın başlangıcı ve süreç̧ içerisinde üretkenliğin devamı biraz da buna bağlıdır. Yazmak için inzivaya çekilmek böyle bir ihtiyacın sonucudur.
Bu durumu aynı zamanda bir avantaja da çevirebilirsiniz. Konuşamıyorsanız, bir blog açın yazın.
Her okurun ayrı dertleri, ayrı çözümleri vardır şüphesiz. Biz burada, okumak üzerine dertlendiğimiz konuları ve bunlara Harun Kaban’ın tavsiyelerini derledik. Sizler hangi okur dertlerinden muzdaripsiniz?