Nasıl bir yaratık, bu denli uzun vakit bekleyebilir? Üstelik düşünmek gibi bir maharete sahipken nasıl yapabilir bunu, aklım almıyor. Pek önemli bir bekleyişin içerisinde olduğumu söylemem de mümkün değil. Kaldı ki bu bekleyişi bu denli karşı konulası kılan da bu. Önemli bir haber ya da önemli bir kimse bekliyor olsaydım şayet, bundan hiçbir biçimde gocunmaz, bilakis zevk duyarak gerçekleştirirdim bu eylemi. Hatta bunun boşu boşuna olduğunu bilecek olsaydım dahi yine aynı zevkle, aynı özveriyle sürdürürdüm üzerime düşen işi. Ancak bütün bunlar, ziyan ede ede usanmadığım onca yıl, öylesine sıradan ki! Düşünün, işin ucunda alelade bir havadis bile yok. Shakespeare, beklemenin cehennem olduğunu söylemişti. Onun bahsini ettiği cehennemde kuşkusuz iyi, kötü bir heyecan, belki bir arzu vardır. Oysa araf, cehennemden daha yıldırıcı bir yerdir. Bir defa orada hiçbir şey yoktur. Delilerin, kötülerden daha büyük bir şiddetle cezalandırıldığı düşüncesi, öylesine adaleti sorgulatıcı ki! Sırf bu yüzden, yalnızca adalet kavramını hayatımdan çıkarmaktan ürktüğüm için bütün bu kavramları çıkarıverdim yaşamımdan. Özür dilerim, saygıdeğer okuyucu! Konudan sapmak, pek çok şeyden söz etme ihtiyacı hissettiğimden ötürü asla vazgeçemediğim bir alışkanlığım. Söylemek istediğim şu ki; Shakespeare’in bahsini ettiği cehennem dahi bir mükafattır benim için. Benim için beklemek arafta bulunmakla eşdeğerdir. Son derece sakin bir yerdir orası ancak nihayetinde farkında olunan yahut hiç olunmayan-kaldı ki bu daha ürkütücü- bir deliliğin ürünüdür. Benim usanmış olduğum şey ise tam olarak budur.
Sırf yaşamına bir hareket kazandırabilmek için suç işleyen insanlar tanıdım. Buna belli bir noktada, örneğin herhangi bir akşam yemeğinin sonunda karar vermiş değillerdi kuşkusuz. Sadece yaşam onları, o yöne sokuvermişti. En kötü olanı ise yaşamlarındaki hareketsizliğe son vermek adına cinayetler işleyen kimselerdi. Onları bir türlü anlayamıyordum. Doğrusu, anlamak istemiyordum çünkü bunu gerçekleştirecek olursam, daha fazlasını da gerçekleştirmek zorunda olacağımı hissediyordum. Bunu kesinlikle istemiyordum. Nihayetinde kendi yaşamımı yoğunluk içerisinde geçirebilmek adına herhangi bir yaşamı, belki de en iyi vaktinde sonlandırmak düşüncesi bana pek iğrenç gözüküyordu. Hiç uğraş vermediğimi de söyleyemem. Ancak bu uğraşlar, sahip olduğu ufak ve sakin yaşamı riske atmamak için çırpınan birinin tehlikeden ve beladan son derece uzak olan uğraşları olarak görülebilir. Uzun yolculuklar ettim. Hiçbirinin bir sonuç vermediğini, aksine bana kendimi bir kısır döngünün içindeymiş gibi hissettirdiklerini gördüm. Yalnızca o arzu ettiğim hareketi elde edebilmek adına evime geri döndüm, mahalleme, durağanlığın esas kaynağı olan yere. Bunun en büyük sebebi de durağanlığın nerede ve tam olarak hangi noktada başladığını zaman içerisinde kestirememem, üstüne bir de yanlış sonuçlara varmamdı. Yaşamımı eski ve yeni olarak ikiye ayırdım. Kâh birine, kâh ötekine sırt çevirdim. Bunlar da bir işe yaramadı. Sonunda allak bullak, birbirine taban tabana zıt bir kaç yaşamdan oluşan, toplama bir yaşamım oldu. Şanslıyım ki, bulunduğum yerlerde dikiş tutturabilmek konusunda pek maharetli değildim. Bu nedenle, büyük bir karmaşadan bir şekilde kurtulmuş oldum. Yine de kim olduğumu zaman zaman unutacak kıvama gelmeme neden olan, karmaşık bir yaşayış, gelip bir biçimde kucağıma oturdu. Ne var ki, bu denli karmaşık bir yaşayışın içinden dahi arzu ettiğim hareket çıkmadı. Bir rüyada, bir hasmın karşısında gibiydim. Kolumu sallamak için boşuna çırpınıyordum. Atmak istediğim yumruklar, boşa çıkmak bir yana, oluşmuyorlardı bile. Sürekli geri dönebileceğim, bir başlangıç noktasını dahi yaratamıyordum çabalarımın.
Bugün bir haber aldım. Aldığım bu haberin neyle alakadar olduğuna gelmeden önce şunu söylemeliyim ki; bu haberi, sözünü ettiğim durağanlığı sonlandıracak bir fırsat olarak gördüm. Bu son derece bir alçakça bir iş olmalı. Ancak öylesine çaresiz bir konumda hissettim ki kendimi, belki de başka bir çıkar yol göremedim. Aldığım, bir evlilik haberiydi. Tahmin edeceğiniz gibi, ardında kaldığım bir kimsenin evliliğiydi, haberini aldığım. Önce, şaşkınlıkla ve üzüntüyle karşıladım bu haberi. Bu duygular, pek uzun sürmediler. Bunları, bu haberin beni nereye götüreceği düşüncesi takip etti. Bir müddet, içten içte sevindiğimi dahi söyleyebilirim. Dediğim gibi, içten içe, neredeyse benim bile fark edemeyeceğim kadar gizli bir sevinçti bu. Son derece coşkun hislere kapılacağımı ümit ettim. Bu haberin ardından kahrolacağımı, içine hapsolduğum durağanlığı alt üst edecek türden duygulara kapılacağımı düşündüm. Bunu düşündükçe de aldığım bu haberi düşünemez oldum. Çok geçmeden, bu haberin neredeyse hiçbir tesirinin olmadığını, bu haberi yaşamın olağan akışını takip edermişcesine karşıladığımı fark ettim. Oysa arzu ettiğim, yaşamın bir parçasının en azından bütünüyle sona kavuşacak olmasının da tesiriyle, bambaşka bir istikamete sürüklenmekti. Ancak bu olan, beni bir başka istikamete sürüklenmek bir yana, aynı noktada çakılı kaldığımı ve buna mahkum olduğumu anlamamı sağlamaktan başka bir işe yaramadı.
Günün büyük bir kısmını bu donukluk hali içerisinde geçirdim. Aynı günün binlercesini daha yaşayacağının bilinciyle sahip olduğu son kuvveti de kaybeden bir kürek mahkumuna benzer bir ruh hali içerisindeydim. Akşamüstü olduğunda dışarı çıktım. Sokaklar, caddeler her zamanki gibi kalabalıktı. Çocuklarını kollarından çekiştiren anneler ve babalar, ellerindeki ders kitaplarını umut yoksunlarına has bir çaresizlikle kucaklamış öğrenciler, bir başına dolaşan insanlar, yoksulluğun bir başınalıklarını dahi adamakıllı yaşatmadığı kimseler yanımdan geçip durdular. Bir iki güzel kadın çıkıverdi karşıma. Onları cezbedebilmekten artık pek uzak olduğum, artık kendimi büsbütün çürüttüğüm düşüncesi rahatsız hissetmeme sebep oldu. Oysa içlerinden biri, oldukça güzeldi. Kapkara ve omuzlarına dek düşen saçları, kapkara gözleriyle ve siyah, tek parça giysisiyle adeta bana, bir yaşamı boşa tüketmekten başka pek çok seçeneğin de mevcut olduğunu gösteriyordu. Ancak yanımdan hızla geçip gitmesi ve aynı hızla gözden kaybolması, tercihin ellerimde olmadığının da en büyük kanıtıydı. Çok geçmeden evime döndüm. Dışarıda, benden arınmış bir yaşam, bundan keyif alırcasına sürüp gidiyordu ve göz önünde bulunmanın da hiçbir anlamı yoktu. Bu düşünce, ölecek bir insanın, yokluğun ne tür bir şey olduğunu ve yaşamın onsuz nasıl devam edeceğini düşündüğünde, içine düşen o garip sıkıntıya benzer bir sıkıntı yarattı içimde. Oldukça çaresiz bir histi bu. Üstelik ölecek olan herhangi bir insan kadar da şanslı değildim. Benim için hiçbir şey nihayet bulmuyor, bilakis her gün yeniden başlıyordu. Yeni bir güzergahta değil; tam olarak başlangıç noktasından, defalarca kez geçtiğim yollara ve bed talihime bakan bir tarafta…
25 Haziran 2019/İzmir