Türk Edebiyatında Cumhuriyet Döneminin önemli yazarlarından biri olan Adalet Ağaoğlu, bugün (14 Temmuz) çoklu organ yetmezliği sebebiyle yaşama gözlerini yummuştur. Peki, kimdi Adalet Ağaoğlu?
23 Ekim 1929 tarihinde Nallıhan’da dünyaya gelen Adalet Ağaoğlu, ilköğrenimini Nallıhan’da, orta öğrenimini Ankara’da, üniversiteyi ise Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde, Fransız dili ve edebiyatı bölümünü okuyarak tamamlamıştır. Ankara Kız Lisesi’ne gittiği zamanlarda özellikle şiire karşı ilgisi başlamıştı. İlk ortaya çıkışı ise Ulus Gazetesinde tiyatro eleştirileri yazmasıyla olmuş; daha sonra farklı dergilerde şiirlerini yayımlamıştır.
Zaman, sen ne büyük öğretmensin, ah saygıdeğer zaman, sen ne büyük bir bilgesin! Gaddar bir bilgesin ama. Acımasız.
Adalet Ağaoğlu
Kendisinin de söylediği gibi acımasız olan zaman geçti gitti ve bugün onun ölüm haberini aldık. Daha önce bahsettiğimiz şekilde edebiyat sahnesine giren Adalet Ağaoğlu, yazdığı birçok eserle hem gönüllerimize taht kurdu hem de birçok ödülün de sahibi oldu. Ağaoğlu, her zaman çok konuşulan bir yazardı. İlk romanı, “Ölmeye Yatmak”la birlikte yazın hayatına başlayıp yaşamının son dönemlerine kadar hep edebiyatın içinde oldu.
“Acaba hiç kendim olmuş muydum? Hiç kendimiz olduk mu? Görevlerin birlikte götürülmediği bir yerim oldu mu hiç?”
Aynı dönemde yazdığı birçok oyunla dönemin önde gelen oyun yazarlarından biri olmayı başarmıştır. İlk romanını yazana kadar, oyun yazarlığını sürdürmüştür. İkinci romanı Fikrimin İnce Gülü ise çıktığı andan itibaren çok tartışılan, konuşulan bir roman olmuştur. Dördüncü basımında askeri güçleri küçük düşürdüğü sebebiyle toplatılmıştır. Dönemin en önemli edebiyat ödüllerini kazanan “Bir Düğün Gecesi” adlı romanı, Aldous Huxley’den çalıntı olduğu düşünülerek birçok tartışmaya konu olmuştur.
Eşi Halim Ağaoğlu edebiyatta 55. yılı anısına “Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır” adıyla Adalet Ağaoğlu hakkında yazılan yazıları bir araya topladı. Geçirdiği ciddi trafik kazasından sonra Feridun Andaç’la birlikte bir söyleşi kitabı çıkarmıştır. Adını ise Can Yücel’in söylediği “Sen Türkiye’nin en güzel kazasısın” sözünden almıştır.
Yaşamı boyunca birçok eser sundu okurlarına ve birçok yazara ilham kaynağı oldu. Bunun yanı sıra İnsan Hakları Derneğine kuruculuk yapmış; 2005’te görevinden istifa etmiştir. Ayrıca, Türk Edebiyatına yaptığı katkılardan dolayı Boğaziçi Üniversitesi tarafından fahri doktor unvanı da almıştır. Farklı türlerde yazdığı 36 eseriyle ona yakın ödülü hak eden Adalet Ağaoğlu, unutulmayacak isimlerden olmayı başarmıştır. Saygı, rahmet ve sevgiyle anıyoruz.
“Ölmüşüm gibi sevme, yaşıyorum!”
Adalet Ağaoğlu
Yazıma onunla yapılan röportajlardan bir soru ve cevapla son vermek isterim:
Sizi ve yazdıklarınızı “zaman” kavramından bağımsız olarak düşünmek neredeyse imkânsız. Belki, yazmaya başladığınız dönemin de etkisiyle, zaman kavramı, zaman algısı, değişen zaman, özellikle de en kısa zaman (an) ile çok ilgilendiniz. Zaman, hayat ve edebiyat ilişkisi hakkında bize neler söylemek istersiniz?
Lacivert Dergisi, s. 51,ADALET AĞAOĞLU İle Edebiyat Üzerine…
A. Ağaoğlu: Biliyor musunuz, klasik roman anlatım ve kurgulanışlarından bıkkınlık duymaya başlamıştım. Ya yazarın ya da ana kahramanlardan birinin ‘anlatılarıyla’ düz bir çizgide, dün ve şimdi çekimleriyle akıp gitmektedir her şey; ‘mişli geçmiş’ bile yok. Hayalleri, özlemleri, iç kavgaları… Peki nerde bunların gelecek zaman çekimleri? (Mışli geçmiş Türkçe’den başka dillerde yok nerdeyse.) Salt bunun altını çizmek için bile Gece Hayatim’ı yazdım. (Rüyaların anlatımı kitabı.) Çok kendine has bir deyiş, bir üslûbu var bunun “Meğer şöyle değilmiymiş, meğer böyle değilmiymiş, ânında şu olmakta, ânında bu olmakta vb…” ve bunların fiil çekimleri.
Klasik roman, hadi artık modern diyelim Freud’un cinsiyet, erotizm merakından giderek ‘bilinçaltı’ meselesini ortaya attığı 1920’lerde bu analiz yalnızca İngiliz yazarlarında öyle bir bilinç aşısı yerine geçmiştir ki, sanırım ‘Freud’e tapan’ yazarlar bilinçaltının çözümlerini nasıl yazabileceklerini şaşırıyor, bilinçaltında gezinen düşüncelerin cümlelerini altlarını çize çize ya da italikle basılma yoluyla hallediyorlar sözde. (Bkz: Virgina Woolf.) Onların bir Blumsburry yazar ve yayınevi çetesi var ki, inanın bunu kırk elli yaşlarımda çakabilmiş, giderek de resmen küçümsemişimdir. Çünkü artık olmamışı olmuş gibi fiiliyata dökmüş, çok özlenenleri on anda oluyormuş, olmasından çok korkulan şeyleri de o anda olmaktaymış gibi gözümü kırpmadan yazma cesaretini gösterebilmiştim. Yadırgandım tabii. Bunların çekimleriyle yazdığım romanlarım en az okunanlar oldu; ısrarcı davrandım: Hayır…’ı bu minval üzre yazdım: Her biri kendi fiil çekimleriyle mektuplar, günlükler, hayaller, tasavvurlar, özlemler… Hepsi de olmamışı olmuş gibi yazmak hesabım adına… Öyle ki sonuçta okurumla birlikte bu ‘garabet’e alıştık gitti. Çok özlediğiniz biriyle buluşacaksınız. Beklenti içindesiniz, öyle ki nerdeyse buluşmanın heyecanını yaşayadurma hallerine düşmüşsünüz, derken: ‘Cek’ zamanı yerini ‘yor’ zamanına bıraktı, çekip gitti…