Attila İlhan, bir gün Kadıköy rıhtımda otururken önünden bir nakliyat kamyonu geçer. Şair, bu kamyonun bir anda hayatına girip bir anda kaybolmasından etkilenerek düşünür ve bir kadın hayal eder. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, bir anda hayatına bile giremeden kaybolduğunu düşündüğü bir kadın. Bu kadın onun hayalindeki kadındır. Onu belki bir sokakta, belki bir vapurda martılara simit atarken, belki tam da nakliye aracını gördüğü anda karşı sokakta yürürken görmüştü ama bu kadının kim olduğunu, yüzünü dahi bilmiyor hatta o ana kadar canlı olarak gördü mü onu bile hatırlamıyordu. Bu kadınla arasında hiçbir yaşanmışlığı yoktu. Hatta hangi ülkede bile yaşadığını, bu kadının nerede olduğunu bilmiyordu. Bunun üzerine “Pia” şiirini yazmaya karar veriyor; şiirde onu gören, duyan ya da bilen olursa şaire haber vermesini, çocukların Pia’yı görünce hemen kendisine bildirmesini istiyor. Çünkü Pia’nın kim olduğunu öğrenmeyi çok istiyor. Herkesin kendisine ait bir Pia’sı olduğunu da düşünüyor. Ayrıca bu Pia aşkı hiçbir yaşanmışlığa ya da anıya dayanmadığından ötürü Pia’ya karşı beslenen aşkı hiç bitmiyor veya kötü yaşanmışlıkların olmaması sebebiyle nefrete de dönüşmüyor. Pia ismini ise şair, gördüğü nakliye aracının üstünde yazan “Pakistan International Airlines” yazısının baş harflerini bir araya getirerek buluyor.
Ne olur, kim olduğunu bilsem Pia’nın
Ellerini bir tutsam ölsem
Böyle uzak uzak seslenmese
Ben bir şehre geldiğim vakit
O başka bir şehre gitmese
Otelleri bomboş bulmasam
İçlenip buzlu bir kadeh gibi
Buğulanıp buğulanıp durmasam
Ne olur, sabaha karşı rıhtımda
Çocuklar Pia’yı görseler
Bana haber salsalar bilsem,
İçimi büsbütün yıldızlar basar
Bir hançer gibi çıkıp giderdim
Ben bir şehre geldiğim vakit
O başka bir şehre gitmese
Singapur yolunda demeseler, bana bunu yapmasalar
Yorgunum, üstelik parasızım pasaportsuzum
Ne olur, sabaha karşı rıhtımda seslendiğini duysam Pia’nın
Sırtında yoksul bir yağmurluk
Çocuk gözleri büyük büyük,
Üşümüş, ürpermiş, soluk
Ellerini tutabilsem Pia’nın
Ölsem, eksiksiz ölürdüm.